Yaşayan şair, yazar ve eğitimcilerimizden   M. Güner Demiray’ın “Ademin Defteri” adlı kitabının yayınlandığını öğrenince aklımdan neler geçti?

Elbette Âdem, Tanrı tarafından yaratılan ilk insan. İslam inanışına göre, Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona ‘ol!’ dedi, o da oluverdi.

Felsefede adem, varlığın yaratılmasından önceki haline deniliyor. Varlığın zıddı, yokluk, hiçlik… Antikçağa ulaşıp, varlık-yokluk tartışmasına dalabiliriz. Elbette bu konumuz değil.

M. Güner Demiray’ın “Ademin Defteri”ni alınca ilk önce kitaba adını veren şiire baktım. İşte özlemini çektiğimiz, zengin imgelerle, ritimli sözlerle, duyguların kaynaşıp şiirsel bir sese bürünmesi:

“ Karlı bir baharın ilk çiçeği gibisin / Telaşlı, umutlu, soluk soluğa, / Bunun için seninle başlar aydınlık yaşamım  / Hasretime gem vururum

Zaman zaman / Kutup yıldızım olursun / Yön gösterip / Beni çölden kurtaran

Bileğimdeki saatsin / Gecem gündüzüm, vakit meleğim / Haydi haydi dersin söz arasında / Yarın çok geç, anı yaşayalım

Bir sülünsün sen / Nergis kokarsın, / Başımı koyunca göğsüne / Kalbinin sesinde aşkı duyarım

Bir kamışsın uzak bir gölde / Sabahın şarkısını kuşanmış, / Ki yabanıl bir kuş gibidir sesin / Kanatlanır enginlere ürkek bir hüzünle

Sen mavi bir düş salkımısın / Bir gökkuşağı gibi sardın beni / ve rüzgâr saçların / Ademin defterini açıp koydu önüme”

M. Güner Demiray 1940’da Gemerek’te doğdu. Çeşitli yerlerde öğretmenliğin yarında, Millî Eğitim Bakanlığı’nın isteğiyle Ankara Radyosu'nda skeç, senaryo ve programlar hazırladı.  Eğitim hizmetlerinde ve yazın hayatında Atatürkçülüğün özüne bağlı kaldı. Onlarca dergi ve gazetede yazdı.

Bazılarının bir den çok baskısı yapılan on üç şiir kitabı, bir romanı, altısı deneme, makale, anı, araştırma ve köy notlarını içeren kitabı yayınlandı. Ayrıca çocuk şiirlerini içeren üç, çocuk öykülerini içeren dört, masal, tekerleme, bilmece ve çocuk oyunu içerikli beş kitabı çıktı.

Adem’in Defteri “Serseri Tekne”, “Güzel Aydınlık”, “Gecenin Gecesinde”, “Işık Kuşağı” ve “Sülün” adlarını taşıyan beş bölümde onardan elli şiirden oluşuyor. İlk bölümde yer ayan şiirlerin üçü değişik konulardaki aforizmalardan oluşmuş. Şiir ağırlıklı aforizmalardan (özlü sözlerden) birkaçı şöyle:

“Şiir, zamanın kucağında zamansızlık yaratmadır.” “Sevgi ve aşk mı arıyorsun, eğil öp şiirin dudaklarından.” “Şiirin kanatlarıdır imgeler”,  “Şiir önce bilinçaltı toprağımda patlar, zaman geçtikçe büyüyüp filizlenir, sonra çiçeklenip meyveye durur.”, “Yaşam güneşi olmazsa şiir ağacı yeşerir mi?”, “Boşlukta mısın, umudun tırpan mı yedi, hemen şiire sığın, sana can yeleği olur.”, “Kalbin damıtmadığı şiir kağıda düşmez.”

Demiray, Ademin Defteri’de, “Karlı bir baharın ilk çiçeği gibisin” diyordu. “Zengin imgeler, ritimli seslerin uyumundan söz etmiştim Ama, gözlem, düşünce ve yürek coşkusunu da eklememiz gerekir. Bakınız Cenap’ın Elhan-ı Şita’ndaki güzelliğe nasıl ulaşmış:

“KAR YAĞIYOR SESSİZLİĞE

Kış beyliğini ilan etmiş!  / Kar yağıyor sessizliğe, / Seni soruyorum kar tanelerinden, / O taneler ki beyaz bir sevda gibi / Kalbimi şimşekliyor lapa lapa

Evimin önünde iki çam ağacı / Kar gelip konuyor dallarına, / Ve bir çift güvercin gibi  / Gözlerin geliyor aklıma,  / Yüzünü arıyorum karda  / Ellerini ver diyorum, ver ellerini  / Zaman unutmuş saatleri  / Kar altında

Kar yağıyor sessizliğe / Bir masalın dudakları dokunuyor tenime, / Dingin bir aşkın nabzını tutuyor kalbim / ve umut dağımda şaşkın cerenler / Bir sülün / Bir yaralı turna / Bir suskun karaca

Kar! .. Kar!..  / Bir serenat eski Anadolu'dan, / Yağıyor sessizliğe / Bir düş gibi, / Ver ellerini diyorum, ellerin nerde!”

Karın sessizliğe yağması, çam ağacının dallarına konması, kar atında zamanın saatli unutuşu, tene dokunan masalın dudakları, dingin bir aşkın nabzını tutmak, umut dağının şaşkın cerenleri, yaralı turna ve suskun karaca, bir düş gibi karın lapa lapa yağışı… Bunlar hep gözlem, hareket, imge ve şiirsel söyleyişler. Bir de sülün var kı, M. Güner Demiray’ın birçok şiirinde sülün motifine rastlayabilirsiniz. Kaldı ki bir bölümün adı da sülün.

M, Güner Demiray’ın şiirleri Sait Faik’in düşüncesini doğruluyor: “

“Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir.” Örnek mi istiyorsunuz? Bu şiirle yazımı bitireyim:

“Bibican / Gülsarının kokladığı, / Yayla kızı mavi sümbül ermişi / İpek bakışlı bir sülün dal  // Başak başak gülümser süt bulutunda, / Kımız esriği atlar geçer eğninden  / Toybaşının yönettiği şölenlerde / Kızıl aygırlar tepişirken  // Bahar gelince bozkıra / Yılkıların yelesinde  Bibican  / Pelin kokularında buram buram  / Ala bir tan  // Mor dağları kemer etmiş beline  / Tayları sarmalamiş rüzgar saçları  / Tanabay bir yaz yağmuru gibi  / İnmiş yüreğine  // Bibican! Bibican!  / Bir ay masalı Govsan vadisinde  / Aşkın yüksek uçan kuşu”