Pamukkale Üniversitesi Rektörünün kişiye özel ilanla eşini ataması çok konuşuldu. Rektör görevden alındı.

Çoğu üniversitelerde kişiye özel ilan çıkarıldığı, akrabalarla birlikte eş dostların bu şekilde atandığı herkes tarafından biliniyor.

Sadece üniversitelerde değil, birçok kamu kurumunda benzer atamalar çokça yapılıyor.

Önce belediyelere istisnai memur olarak atanıyor. Kimi geçici görevde gösteriliyor, kimi hiç belediyeye uğramadan maaş alıyor.

Birkaç ay sonra da istedikleri kamu kurumuna atamaları yapılıyor. Birçoğu da ne yazık ki üst göreve getiriliyor.

Bu şekilde ne kadar memur atandığı bilinmiyor, çünkü atamalar ilansız, gizli kapaklı yapılıyor.

Gençler üniversiteyi bitiriyor, yetmiyor; özel kursa gidiyor, aylarca hazırlanıyor, sınava giriyor. Sınavda yüksek puan alsa bile yine atanamıyor.

Diğer yandan birileri hiç sınava girmeden üst düzey memurluklara atanabiliyor.

Son zamanlarda bu tür atamalar olağan karşılanır hale geldi. Sesini çıkaran ve eleştirene bile ne yazık ki tepki gösterilir oldu.

Kamuda üst düzey atama yapılırken liyakate bakılmıyor. Bu görevin altından kalkabilir mi, hakkıyla bu işi yapabilir mi, bu görevi yapmak için yeterliliği var mı düşünülmüyor.

Bağlantısı güçlü olan veya hatırlı bir yerlere ulaşabilen atanıyor.

Düşünün üniversiteye rektör atanıyor; profesör unvanlı ama yayınlanmış kitabı bırak makalesi bile yok.

Hangi gerekçe ile rektör atanıyor, sorgulanmıyor. Sorgulayanlara maalesef tepki gösteriliyor.

Aynı rektörler eşi için özel ilana çıkıyor, kızını, damadını bir yerlere atıyor. Üniversiteyi babasının çiftliği gibi yönetiyor.

Asıl sorun kişiye özel ilanların çıkarılması değil, bazı üniversiteler de dahil, birçok kamu kurumuna hak etmeyen insanların atanmasıdır.

Fazla geriye gitmeye gerek yok, son altı aylık haberleri tarayın. Üniversitelerin araştırmaları, yaptıkları bilimsel çalışmalar veya buluşları konuşulmuyor.

Tartışmalı rektör atamaları, kişiye özel ilanlar, rektörlerin dost ve akraba kadrolaşmaları, üniversitelerdeki iç çekişmeler, öğretim üyeleri arasındaki kavgaların haberleri var.

Geçmişte de tabii ki benzer haberler çıkıyordu, ancak son zamanlarda hep bunları konuşuyorsak kamuda liyakatin göz ardı edilerek, hatırı (!) olanların veya işini (!) bilenlerin üst makama atanmasındandır.

Sorun bir rektörün eşini ataması kadar basit değildir.

Milyonlarca genç işsizlikten nefes alamazken, birilerinin ballı makamlara sınavsız, tepeden inme atanmasına herkesin ortak tepki göstermesi gerekir.

Zararını hepimiz çekiyoruz.

*****

Üçüncü mevkidekiler

Çok eskilerden bir gün, İstanbul’dan Erzurum’a tren gider. Tren Aşkale’yi geçer geçmez arıza yapar. Makinist ve ilgililer treni tamir etmeye çalışsa da boşadır...

Durum başkondüktöre aktarılır ve gereğinin yapılması istenir. Bu arada yolcular merakla camlardan dışarı bakmaktadır.

Başkondüktör önce birinci mevki vagonuna gider ve oradaki yolculara şöyle seslenir:

- Çok kıymetli yolcularımız! Trenimiz şu sebepten dolayı arızalanmıştır. Arkadaşlar ilgilendi ama arızayı gideremediler. Devlet Demir Yolları adına sizlerden özür diliyorum. Hazırlıklarınızı yapın, bir saate kadar otobüsler gelecek ve sizleri Erzurum’a götürecek.

Açıklamanın ardından başkondüktör ikinci mevkiinin olduğu vagonlara ulaşır ve şöyle der:

- Beyler ve bayanlar! Trenimiz arızalandı. Şu karşı tarafta Aşkale-Erzurum minibüsleri geçiyor. Şimdi başınızın çaresine bakın ve treni tezden boşaltın…

Bu arada garibanların olduğu üçüncü mevkide bir telaş vardır. Telaşın arasında başkondüktör üçüncü mevki vagonunun kapısına gelir. Garibanlar trenden inmeye çalışırken başkondüktör engel olur ve der ki:

- Hele durun bakalım nereye böyle? Bu telaş niye?

İçlerinden biri öne atılır ve der ki:

- Ağabey! Belli ki tren arızalandı. Anlaşılan o ki tamir edemediniz. Bizde ufak ufak yürümeye başlayalım. Erzurum’a daha çok yol var.

Başkondüktör vagonun kapısını sert bir şekilde kapatır ve oradaki ahaliye şöyle seslenir:

- Oğlum! Siz gideceksiniz ya… Bu treni Erzurum’a kadar kim iteleyecek!

(Nihat Kılıçoğulları’ndan alıntıdır)

***** 

TEBESSÜM

Bedel

Yoksul biri, son parasıyla fırında bayat bir ekmek almış, aşçıya gitmiş, pişen yemeğin buharına ekmeği tutup yumuşatmış ve yemiş.

Dışarı çıkarken aşçı yapışmış:

- Parasını ver!

- Yemek yemedim ki!

- Olsun buharda yumuşattın!

Anlaşamayınca kadıya çıkmışlar, olayı anlatmışlar.

Kadı, cebinden kesesini çıkarıp bozuk paraları iki avucuna boşaltmış, aşçının kulağının dibinde sallaya sallaya şıkırdatmış:

- Tamam mahkeme bitti, gidin!

Aşçı itiraz etmiş:

- Hani benim param!

- Buhardan yemeğin parası şıkırtıyla ödenir.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Öğrenmek pahalıdır ama cehalet çok daha pahalıdır.

H. Clausen