Rahmetli Feyzi Halıcı sanat hayatı boyunca, Türkçenin güzelliği ve önemini vurgulaya geldi. Yazılarında,  "Sanatçı olarak, konuştuğumuz dille duymağa, düşünmeğe ve yazmağa mecburuz," diyor ve sanatı, sanat eserlerini halktan uzaklaştırmayı, halktan esirgemeyi, sanatçı kişilikten kaçış olarak niteliyordu. 

Ona göre, "Sanat çabasını günışığına çıkaran anahtar, dildi. Sanatçı eserini verirken daima dil karşısındaki davranışını göz önünde bulundurmağa mecburdu... 

Feyzi Halıcı dil konusunda tutucu değildi, ama uydurukçuluğa karşı geldi. Çeşitli yazılarında, halkın konuşma diliyle yazışma dilinin ayrı olmayacağını belirtiyor, halktan kopanların unutulmaya mahkûm olduklarını vurguladı. O, uydurma dilcilere Hz. Mevlana'nın "Ya olduğun gibi görün. Ya göründüğün gibi ol!"  sözünü hatırlattı ve genç sanatçı adaylarına, "Ya yazdığınız gibi konuşun, ya konuştuğunuz gibi yazın," dedi. 

Feyzi Halıcı şiir nedir, nasıl olmalıdır sorusuna, "Edebiyat 'edep' ten gelir. Bence şiirin de edepli olması gerekir. Küfür şiir değildir. Şiir lirik bir musikidir," yanıtını verdi.  

Ona göre, gerçek anlamıyla şiir, bir zorlama sanatı değildi. Hele bir tekrarlama sanatı hiç değildi. "Klasik ve köklü bir eğitimden geçmiş bir kalem sahibinin, zekâsı anlayışı, duygusu ölçüsünde şiirin imkân kapılarının araştırılması, şairine kişilik kazandırır," diye yazdı. 

Çocukluğundan beri şiir yazan Feyzi Halıcı, şiirini toplumun hizmetine verdi. Bazen mensurla karışık manzumeler bazen de sadece nazım yazdı. Bazen Fezaî mahlasını kullandı. Mevlana'dan, Yunus'tan etkilendi ama o kendi şiirini söyledi. 

Feyzi Halıcı'nın 670. sayıya ulaşan Çağrı dergisi, 1957 yılında Konya'dan bütün Anadolu'ya bir kültür ve sanat güneşi gibi doğdu. Adını "Türkçe'nin Büyük Şairi", "Fazıl Hüsnü Dağlarca" koymuştu... 

"Feyzi Halıcı, Türkiye'nin fahri kültür bakanı," sözüme Yavuz Bülent Bakiler ağabey itiraz etti. "Bakanı değil, bakanlığı, demek daha doğru," dedi. Gerçek olan o ki, Feyzi halıcı, kültür dünyamıza, sanat hayatımıza, şiirimize hizmetleriyle hayrat adam, yaşayan abide niteliğini taşımakta. 

Feyzi Halıcı'nın mevsimimize uygun bir şiirini aktarmak istiyorum: 

Yalınca bir dağ-başında, 
Ellerime kar yağıyor... 
Yazın yaz, kışın kış Tanrım, 
Bu ne mayalanış, Tanrım; 
En güzele, en korkunca, 
Teselliler sonu, bunca, 
Gök-yüzünde unuttuğum 
Ellerime kar yağıyor... 

Bu, yapraktan ince can'lar, 
Bu kubbe kubbe ezanlar. 
Bu dualar, rahmet rahmet, 
Aşk, ışıtan can-evimi, 
Bu başlangıç, bu nihayet, 
Bu gördüğüm düş benim mi? 
Nice dillerin telaşı? 
Tekmil bir geceye karşı, 
Alev alev gözlerimden, 
Ellerime kar yağıyor... 

Adımlar işte, ard-arda, 
Gayrıca beklemek olmaz. 
Açın perdeleri bütün, 
Mavi mavi aynalarda, 
Uyanmak üzre, doğan gün. 
Kulu kurbanı olduğum, 
Mutluca toprakta tohum. 
Çiçek, niyazlar içinde, 
Dal'ın türküsü bembeyaz, 
Serpil serpil duyuyorum, 
Bardaktan boşanırcasına, 
Kopmuş takvimlere inat, 
Duygu duygu kanat kanat, 
Ellerime kar yağıyor... 

Bu deniz boyu dalgalar, 
Bu Müslüman dakikalar; 
Her nefes alış-verişte 
Duyduğum, bu gerçek işte... 
Muştular içinde sazım, 
Bu mu benim alın-yazım? 
Dostlar görmüyor musunuz? 
Çağrılar içinde, sonsuz, 
Hep zamanların dışında, 
Yalınca bir dağ başında 
Ellerime kar yağıyor...

Bu şiir insanın bütün evrenin içinde kendi kendisini sorgulamasını çağrıştırıyor. Acıyı bal eyleyişin anlatım güzelliğini içeriyor.