Türkiye büyük ekonomik sorunlarla uğraşıyor. Ancak alınan tedbirlerin çoğu geçici olmaktan öteye geçemiyor. Asıl sorunların üzerinde durulmuyor.

Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri köylerin boşalmasıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da köylerin terör sebebiyle boşaldığı söyleniyor. Terör bitti dendiğine göre köylülerin yurtlarına dönmesi gerekmez mi?

Boşalan köyler sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil, Türkiye’nin her yanında köyler boş.

Karadeniz’de, İç Anadolu’da, hatta Ege ve Akdeniz’de bile yazları birkaç ay köylerde kalan oluyor. Okulların açılmasıyla herkes şehre akın ediyor.

Köylerin boşalması ciddi bir sorun gibi gözükmeyebilir, ama gerçekte hiç de öyle değil.

Eskiden köylerde hayvancılık yapılırdı, her evde en azından üç beş hayvan olurdu. Köylü kendi ihtiyacını karşıladığı gibi zaman zaman dışarıya da satıyordu. Köyler boşalınca hayvancılık tamamen ortadan kalktı. Köylü kendi sütünü peynirini bile marketten alıyor.

Sadece süt ve peynir değil. Hayvancılık yapılmadığından et üretimi de durdu. Ülkenin et ihtiyacını Uruguay’dan Uganda’dan ithal ederek karşılıyoruz.

Eğer köylerde hayvancılık yapılsaydı, eti de kurbanı da ithal etmek zorunda kalmayacaktık. Şimdi Uganda’dan et ve kurban ithal eder duruma düştük.

Sadece hayvancılık değil, köyler boşaldığı için tarım da bitti. Köylüler yazın üç beş ay köyde kaldığından sebze ve meyvesini bile ekmiyor. Sebze ve meyve ihtiyacını bile manavdan karşılıyor. Köylerde tarlaların tamamı neredeyse boş...

Köylüler, üretimin maliyeti yüksek olduğundan hiçbir şey ekmiyor.

Tarlalar boş duruyor, ahırlar çürümeye terk edildi.

Hem köylü zarar ediyor, hem de ekonomik açıdan üretim olmadığından ülke zarar ediyor.

Tarım ve hayvancılık yapılmadığından köylüler, şehre akın ediyor. Ekmeğini şehirde arıyor.

Herkes şehre akın edince de şehirde ihtiyaçlar çoğalıyor, sorunlar artıyor.

İnsanların köyüne dönüşünü teşvik etmek için acil tedbirler alınmalı, hayvancılık ve çiftçilik teşvik edilmeli, köylüleri özendirici projeler geliştirilmeli. Çiftçinin tarlasını ekmesi için hem teknik, hem de ekonomik destek vermeli...

Köylerde üretim artmadıkça ülke ekonomisi yol alamaz...

*****

Çürük elmanın bedeli

Bir zimmi, Sultan İkinci Murad Hana der ki:

- Bir maruzatım var Padişahım, müsaade buyurun anlatayım?

- Elbette, söyle nedir maruzatın?

- Askerleriniz benim bahçemden elma yediler ve parasını ödemediler!

- Bu dediğin nasıl olabilir? Bir yanlışlık olmalı!

- Yanlışlık yok Padişahım.

Sultan Murad Han derhal araştırılmasını emreder. Kısa zaman sonra üç askeri huzura getirirler. Sultan onlara olayı anlatır ve sorar:

- Bu zimminin söyledikleri doğru mudur?

Askerlerden biri der ki:

- Doğrudur Sultanım, ben yaptım!

- Kul hakkını hiç düşünmedin mi?

- Padişahım, benim yediğim elma yerdeydi ve çürüktü. Çürük bir elmanın para edeceğini düşünemedim; bu iki arkadaşım da oradaydı. Onlar ağaçtan elma kopardılar ve parasını da bahçeye attılar.

Padişah, zimmiye sorar:

- Askerlerimin söyledikleri doğru mudur?

- Evet, o ikisinin kopardığı elmaların bedelini aldım.

- Peki, öyleyse istediğin nedir?

- Diğer askerinizin yerden aldığı elmanın bedelini de isterim.

- Peki, o çürük elma için ne istersin?

- Bir kese altın isterim, yoksa hakkımı helal etmem.

- Bir çürük elma bir kese altın eder mi hiç? Bu açıkça haksızlık.

- O zaman hakkımı helal etmem.

- Peki al bir kese altın!

Zimminin gözleri dolar, kendisine uzatılan keseyi eliyle iter ve kelime-i şehadet getirir. Sonra der ki:

- Efendim, maksadım altın falan değildi, müslüman olmadan önce son defa adaletinizi tecrübe etmek istemiştim, beni affedin ve aranıza alın!

*****
TEBESSÜM

Kaç çeşit?

Temel’e sormuşlar?

- Kaç çeşit insan vardır?

Temel:

- Üç çeşit insan vardır. Bunlardan ilki sayı saymayı bilenler, ikincisi sayı saymayı bilmeyenler.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Başkası düştü mü “çürük tahtaya basmasaydı” deriz. Kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük olmasından şikâyet ederiz.

Cenap Şahabettin