İnsanın yolculuğu; özüne yani insana doğru bir yolculuktur. Yolda kendinizi bulursunuz... Yaşamınızı değiştirmek için çıktığınız yolculuk sizi kendi ruhunuza götürür. Ben yıllarca hayalini kurduğum bu yolculuğa üç yıl önce çıkabildim. Şimdi buradayım; Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde. Elma bahçelerinin içinde dolaşıyorum her gün. Zeytinlerin, hurmaların arasında. Oturup bir çam ağacının altına; kovanlarına polen, bal taşıyan arıları seyrediyorum. Ağaçların, çiçeklerin, arıların ve diğer yaban hayvanlarının aralarındaki  uyumu algılamaya çalışıyorum.

ŞEHRİN İNSANI!!!

Bizim buralara bahar geldi biliyor musun? Önce havaya düştü cemre. Sonra suya. Mart ayının ilk haftası da toprağa düşecek. Önce havaya, havalar ısındı. İkincisi suya, ikinci cemre suları ısıttı. Üçüncüsü toprağa düşecek ve buharlar çıkmaya başlayacak topraklarımızdan. Bahardan yaratılmış tanrıçalar, melekler dolaşacak gökyüzünde. Ve fısıldayacaklar hafif hafif esen rüzgarla; diyecekler ki ''Bahar; ömrünüzün her yıl aldığı armağandır.''

Ben baharı görebilmek için buradayım. Geldim. Yaşamaya başladım. Bir süre sonra değiştiğimi fark ettim. Paketlenmiş ürün alamadığımı, saçma sapan içeceklerden uzak durduğumu gördüm. Bunun için düşünmemiştim. Kararlar almamıştım. Sadece doğal olanla tanıştım. Kendi zeytinyağımı ürettim. Kendi balımı. Elma bahçesinde ayırdığım küçücük  köşeye; domates, salatalık, biber, patlıcan, karpuz, kavun ektim. Bahçemden topladığım sebzelerle yemekler yaptım.
Şehrin insanı!!!
Kor bir ateşmiş cemre. 
Önce havayı uyandırırmış. Sonra sulara düşermiş o kor ateş. Ancak o yolla ulaşırmış bütün bir kış kuru dalların içinde bekleyen çiçeklere. Kor bir ateşmiş ya cemre; dokunmadığı, uyandırmadığı çiçek kalmazmış yaşadığımız dünya üstünde. 

İnsanlar gruplar halinde şehirlerden ayrılmaya başladı. Köylerde yaşayanların sigortalı bir iş bulmak umuduyla şehirlere yerleşmek için yola çıktıktan hemen sonraydı bu. Neredeyse terk edilmiş köyler var buralarda, ağır aksak akan bir filmin içindeyiz sanki. Evler harap. Yıkık dökük sokaklardan yıkık dökük ihtiyarlar geçip gidiyor. Tarlar ekilmiyor artık. Çoktan değişti köylerin yapısı. Gençler devlet memuru olup bırakıp gitti anne ve babasını bir başlarına kocaman evlerin içinde. Ah bu yalnızlık hiç halden anlamaz, yıpranmış bir baba ceketi gibi gelip asılır duvara.
Şehrin insanı!!!

Ne gökkuşağı kalmıştır senin oralarda ne de uzun soluklu akşam üstleri. Yağmurun bile kirlidir. Yiyeceklerin katkılı. Farkında mısın; ömrün karanlık bir geleceğe doğru akıyor sanki? Dün ne yediğini biliyor musun? Ya yarın ne yiyeceğini? Çocuğunun çok sevdiği patates kızartmasının hangi yağ ile pişirildiğini, o yağın kanser yapıp yapmadığını biliyor musun? Ya eline tutuşturduğun cipsler, çikolatalar?  Endüstriyel, paketlenmiş, kimyasal katılarak ömrü uzatılmış gıdalar bizleri hiç istemediğimiz yerlere sürüklüyor anla artık. Koruyucular nedeniyle cesetlerimiz bile çürümüyor toprakta.

Her şeyi başarmak ve yeniden başlamak mümkün. Sadece bir araya gelmeliyiz. Yardımlaşmamız, ürettiğimizi paylaşmamız, bilgimizi paylaşmamız gerekiyor. Doğru çözümü bulmak zorundayız.  

Artık başka bir çağdayız. İletişim hiç bu kadar kolay olmamıştı. İsteyen herkes her bilgiye ve ya ürüne istediği anda ulaşıyor. İşte çözüm de burada saklı. Köylerde yaşayan insanlar artık ürettikleri ne varsa bu ülkenin her yerine rahatlıkla ulaştırabilir. İsterseniz kendi başınıza yada ailenizle kurduğunuz minik işletmenizle yaparsınız bunu; isterseniz yaşadığınız köydeki diğer insanlarla. Kars'ın 2400 rakımlı bir köyünde bir araya gelen insanlar kurdukları dernekle başardılar bunu. Fransızca öğrendiler. Peynir müzesi kurdular. Ekolojik turizm yapıyorlar. Yaşam standartlarını kendileri yükseltti. Ürünlerini sadece Türkiye'ye değil başta Fransa olmak üzere bir çok ülkeye satıyorlar. -40'ları gören bir coğrafyada soğuk kaynaklı eklem ağrılarına karşı en iyi çözümün yoga olduğunu bulup yoga kursu açmışlar köyde.
Hiç kimseye muhtaç değiliz. Bizleri gelip kimse kurtarmayacak boşuna beklemeyin. Sadece biz kendimize fayda sağlayabiliriz. Öğrenerek, araştırarak, hayal ederek, ekmeği ve bilgiyi paylaşarak yapabiliriz bunu. Sadece insanla değil; kurda, kuşa, aşa diyerek saçıp tohumlarımızı bu dünyanın tüm canlılarıyla paylaşmalıyız ekmeğimizi, bilgimizi, sevgimizi...

Kurda, kuşa, aşa...