Geçen yıllarda da yazdığımı hatırlıyorum. Arif Hikmet Par'ın atasözleri ile ilgili bir kitabındaydı. Her atasözü bir dörtlükle açıklanıyordu. Şöyleydi dörtlük:   

    "Namus kişinin yüz akıdır,
    İyi ün çevrede en güzel yankıdır.
    Komşuna verdiğin gitmez boşa;
    Komşu hakkı Tanrı hakkıdır.
    
    Evet, "komşu hakkı, Tanrı hakkı".. Bu söze Dede Korkut kitabının başlarında rastlamıştım. Geliniz önce, gelenek ve göreneklerimizin kaynaklarından birisi olan inanç dünyamıza göz atalım. Kuşkusuz her dinde insani ilişkilerle ilgili güzel öğütler var. Ama, İslâm dininde inananlara yükletilen görevlerden biri de komşu hakları. Kuran'ın Nisa süresinin iyilik etmeyi emreden 36ıncı ayeti; "Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi eş tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ elinizin altında bulunan köle ve cariyelerinize, işçilerinize iyi davranın, onlara iyilik ve yardım edin. Bununla da övünmeyin ve kendinizi onlardan üstün görmeyin. Unutmayın ki Allah kendini beğenmişleri, övünenleri sevmez" şeklinde. Anlaşılmaktadır ki, komşuya yardım etmek, Müslümanların birbirlerine karşı yerine getirmekle zorunlu oldukları temel borçlardan birisi...  

     Komşuya iyilik için çaba göstermek, komşunun sorunun çözümünü yardımcı olmak, dini bir görev olduğu kadar, hoş bir uğraş olsa gerekir. Hazreti Muhammed'in de komşulukla ilgili güzel sözleri, hiç unutmamamız gereken öğütleri var. Bunlardan birinde, "Her kim Allah'a ve Ahret gününe inanıyorsa, komşusuna ihsanda bulunsun, konuğuna ikram etsin "uyarısı bulunmakta. Peygamberimizin:  "Mümin, komşusu aç iken karın doyurmaz" anlamına gelen bir hadisini ve "Cebrail komşuluğun ve komşu haklarının öneminden o kadar söz etti ki, neredeyse komşu komşudan mirasını da alacak sandım." sözlerini, hatırlatmaktan geçmek istemiyorum.
    

    Büyük bir çoğunluğunun Müslüman olduğu ulusumuzun gelenek ve göreneklerine, İslamiyet'in bu güzel ilkelerinin yansıması doğal... İslâm olmadan, hatta yerleşik düzene geçmeden, göçebe halinde ve çadırlarla yaşarken bile, komşuluk ilişkileri içinde olan atalarımız, avlarda, şölenlerle, yağmalarda komşuluk hakkını gözetir olmuş.

     Komşuluk akrabalıktan sonra gelen ve kimi zaman ondan bile güçlü bağlarla insanları birbirine bağlayan bir yakınlıktır diyebiliriz. Necip Fazıl Kısakürek, çocukluğunun evini anarken, komşu yakınlığından ve komşuluğun anlamından söz etmekte:

"Bir köşende annanem, dalgın Kuran okurdu;
Ve karşısında annem, sessiz gergef dokurdu.

Semaverde huzuru besteleyen bir şarkı;
Asma saatte tık tık zamanın hazin çarkı...

Çam kokulu tahtalar, gıcır gıcır silinmiş;
Sular cömert, "temizlik imandandır" bilinmiş...

Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler.
Ölçülü uzaklıkta, yakın beraberlikler...

Seni yiyip bitiren, kırk katlı ejder oldu;
Komşuluk, mana ve ruh, ne varsa heder oldu;

Komşular birbirlerine yalnız maddi açıdan değil, manevi açıdan da gereksinim duyabilirler. Komşuluğun akrabalıktan ileri olduğuna ne güzel örnek :    

    "Komşu gelir çeneni bağlar,
    Akraba gelir ölüne ağlar" dizeleri. 
    Ziya Osman Saba,     nişanlılıktan evliliğe geçişin coşkusunu anlattığı şiirinde, ilk evlerinin, iyi komşularla dolu bir mahallede olması arzusunu şöyle dile getiriyor: 
"...Ne kadar ümitli, ne iyiydik! 
Önümüze düşmüş Bahtiyarlık, 
İyi komşularla dolu mahallelerde, 
Kiralık bir kat aradık. 

Bir an gülümseyen talih, değişen kader 
Ömrümde bir tek o sonbahar. 
Ömrüm oldukça anacağım, 
Bir rüya görür gibi geçtiğimiz sokaklar."

    Gerçi çağımızın "doğuştan çok meşgul, elektronik kuşağı", yıllarca yanı başınızdaki dairede yaşayanları tanımadan süren apartman yaşantısı, gelenek ve göreneklerimizde var olan komşuya ilgili esirgemekteyse de, halkımızın çoğunluğu komşuluk hakkını Tanrı hakkı sayan ulusal geleneğini sürdürmekte. 

   Bu gelenek hangi ilkeleri taşıyor, diye düşündüğümüzde birkaç satırbaşına ulaşıyoruz :        

     Komşu, komşusuna zarar vermemeli    

Çok eski bir Türk atasözü şöyle: "Komşunun sakalın yoldularsa, sen dahi sakalını ülüt." Komşu komşudan iyilik bekler. İyilik yerine maddi veya manevi zarar görürse, buna üzülür. İnsan, umduğu yere küser.    

Komşu, komşusunu kıskanmamalı  

 Bir atasözümüz, bir öğüttü değil, toplumsal eleştiriyi içeriğinde barındırır. "Komşunun tavuğu komşuya kaz, karısı kız görünür." Bu atasözünden şu sonucu çıkarabiliriz: İnsanlar sahip oldukları değerleri iyi bilmelidir. Kendisinde bulunan şeyleri başkasında görüp kıskanmak, onu daha değerli bulmak; bizi hem huzursuz, hem mutsuz eder. Komşular bir arada yaşamaya zorunludur. Birbirlerini sever, sayarlarsa, yaşantıları güzellik kazanır. Kıskançlık sevgi ve saygıyı kaldırır, yerine kin tohumlarını eker. Çekememezlik kıvılcımlarını körükler. Şeytan'ın da istediği bu değil mi?

Konuya devam edeceğim.