Cebinde bir lira kırk kuruşu kaldığını ve aç olduğunu söyleyen üniversite öğrencisi Sibel Ünli intihar etti.

Ailesinden gelen para belediye otobüsüne binip okula gitmeye  yetmediği için kredi ve yurtlar kurumunun yurdundan sadece sınav zamanı çıkan ve yalnızca bir öğün köfte ekmek yiyen üniversite öğrencisi  arkadaşım geldi aklıma.

Üniversiteli çocuklar ucuz kahvaltı kalkmasın diye eylem yaparken acımasızca, büyük bir hınçla çocukları coplayan polisleri görmek yazdırıyor bu yazıyı.

1987-1991 yılları arasında İzmir’de üniversite öğrencisiydim. Okulumuz Buca’da, kaldığımız öğrenci yurdu İnciraltı’ndaydı. Kredi ve yurtlar kurumunun İnciraltı yurdunda kalan; Türkiye’nin hemen hemen her ilinden gelmiş orta veya dar gelirli üç bin öğrenciydik.   Sabah ve akşam saatlerinin kalabalık trafiğinde okula veya yurda ulaşmak için iki otobüs değiştirerek aşmamız gereken yaklaşık yirmi kilometrelik bir yol vardı.

  Sabahları yurt ücretsiz kahvaltı verir, öğlen yemeğini okulda yer (her yemekte mutlaka yoğurt olurdu sonraları çözdüm nedenini zehirlenmeyelim diyeymiş), akşamları yemeğimizi de nispeten dışardan ucuz olan yurt içindeki kantinlerde yerdik. En ucuz karnımızı doyurma yolu köfte ekmek yemekti.

Harçlığı  hem yol parası vererek okula gitmeye hem de akşam yemeği yemeye yetmeyen bir arkadaşımız okula gidemez, üç bin kişilik yurtta  tek başına kalarak üç bin kişilik yalnızlıkla aç bir şekilde karşılıklı oturarak günü geçirir, akşam köfte ekmeğini yer bizlerden ders notlarını alarak ders çalışırdı. Şunu düşünün sabahları üç bin kişinin çıktığı yurtta tek başınıza aç bir şekilde akşama kadar kalıyorsunuz ve her gününüz böyle geçiyor.

Sabahları beş ya da altı çürük zeytin, bir tane markası hiç duyulmamış üçgen peynir, aynı marka reçel ve çeyrek ekmekle sabah kahvaltısı, öğlen yemek yok, her akşam yarım ekmek köfte ve her gün gözlerinizin içine bakan üç bin kişilik yalnızlık. O arkadaşımız bu şartlarla bitirdi işletme fakültesini. O arkadaşımız üç bin kişilik yalnızlığı tek başına eğitti ve ehlileştirdi.

Şimdi nerededir, ne yapar, yaşıyor mu, öldü mü, çocukları var mı, işine nasıl gider gelir, yalnızlığın ve çaresizliğin kokusu derisine işlemiş midir bilmiyorum. Tek bildiğim hayat dediğimiz bu büyük mücadeleyi dişiyle, tırnağıyla kazandığıdır. Umarım mutludur. Umarım barışmıştır geçmiş günleriyle. Umarım çocuklarına sarılınca unutuyordur her şeyi.

O günlerde hocalarımız devam zorunluluğunu çok önemsemezdi; derse giren arkadaşlardan biri olmayan arkadaşlarının imzasını atardı. Yani söylemeseniz de imzanız yoklama listesinde olurdu. O yıllarda da devam zorunluluğu saçma gelirdi. Çalışmak zorunda olan insanların boynuna asılan bir prangaydı ama birileri yerinize imza atardı mutlaka. Günümüzde elektronik olarak denetleniyormuş derse katılım. Parası olmayan ve çalışmak zorunda olan insanlar devamsızlıktan kalabiliyor. İşte size körelmemizi neden olan saçmalıklardan biri daha. Yirmili yaşlardaki insanları disiplin altında tutmaya çalışmak. Okulların amacı öğretmek değil mi? Öğrenerek karşınıza gelmiş ve bunu sınavla sizlere kanıtlayan insanlara devam zorunluluğu olmamalı.

Bazen sizi etkileyen ve ya iz bırakan olayların derinliğini hemen anlayamıyorsunuz. Yaşam her şeyi olduğu anda söylemiyor size; bazen büyümenizi bekliyor bazen de yaşamanızı. Belki de yeterince görmenizi, okumanızı, dinlemenizi bekliyor. Artık eminim ki;

                                                           ‘’yokluk merhametin zalimliğini biliyor.’’