Hasan Basri Bilgin, 1945 Isparta doğumlu.  Bir süre liselerde ve Eğitim Enstitüsü'nde öğretmenlik yaptı. 1977 seçimlerinde, Belediye Başkanlığı ile başlayan kısa siyaset denemesi 1980 ihtilali ile sona erdi. Yazı dünyasına ünlü eseri "Çakıl Taşları" ile 1967'de girmişti. Uzun bir aradan sonra; hayatın anlamını sorgulayan "Tut Elimi İstanbul", tarih serisinden; "Bu Topraklarda Güller Kırmızı Açar Paşam" ve "Çanakkale 1915" romanlarını yazdı. Bu romanların peşinden Fatih 1453 ve Yavuz Sultan Selim'in anlatıldığı "Efetürk Yavuzhan" romanlarını yazdı. Sonra, Samsat Yıldızı Safvan, Türklerin Altın Çağı-Mazideki Adamlar, Paylaşım Medeniyeti, Yaşamak Ödev Yaşatmak ibadet, Aşkın Mihrabı Yusuf,  bir sahabinin hayatını anlattığı "Ebu Zer" adlı kitaplarını hatırlıyorum.  Mihrabad Yayınları arasında çıkan romanın adı: "Kızıldan Beyaza Aksultan Abdülhamid"...

Niçin Aksultan Abdülhamid? 

Abdülhamid, batmış bir imparatorluğu bin bir zahmetle ve tek başına 33 yıl omuzunda taşıyan, öldüğü gün tabutunun peşi sıra "Bize ekmeği on paraya yediren adam!" diye halkının sitayişle övdüğü bir lider miydi, yoksa kızıl sultan mıydı?

Hasan Basri Bilgin bütün açıklığıyla bu sorunun cevabını anlatmış. Günümüzün aydın-entel mihverinden önce kısa bir geriye dönüşle 1940'lı yıllarını hatırlayıp, sonra uzun bir dönüşle, 18 Mart 1853 Topkapı Sarayı'na geliveriyoruz. 

Kızıldan Beyaza Aksultan Abdülhamit'in tamamını, hazmede hazmede, düşüne düşüne okumalı.  Yazarın "önsöz"üne göz atmak dahi bizim ön yargılarımızı alt üst ediyor: 

"..... 'Ben ancak Osmanlı Bankası kadar Türk'üm!' diye ortalığa caka satan Türk düşmanları doldurmuş, yeni bir düzenleme için meclisi kapattı; yeni yapılanma için yardımcı olmak gerekirken, sabırsızlık gösterip birileri ortalığı; "Kızıl Sultan" bağırtılarıyla inletmişlerdi, bizler de öyle dedik. 

İçimizdeki satın alınmış asker sivil birçok bürokrat onu, İngiliz'e, Fransız'a, Alman'a kullandırmaya kalktılar; başaramayınca "Kızıl Sultan" dediler. 

Enver Paşa ve dışarıdan beslenen taifesi, ihtirasa kapılıp ihtilal yaptı, beceriksizliklerini gizlemek için Devlet-i Aliyye'yi Birinci Dünya savaşına sokup koskoca imparatorluğu yerle bir ettiler, kendilerini haksız ilan edecek tarihten utanmadılar: 33 yıl cadı coğrafyayı omuzunda taşıyan adama, "Kızıl Sultan" diye bağırmışlardı, biz de onlar gibi haykırdık. 

İhtilalciler, ihtilal bahanesi için; "Bu adam despottu, Kızıl Sultan'dı'' diye bahane uydurdular; sonradan kendilerini en hafif şekilde tenkit etmeye kalkan basın mensuplarını, ayağına taş bağlayıp Sarayburnu'ndan denize atıp öldürdüler... Oysa  Abdülhamid ülkeye zararlı gördüğü kişileri ancak cebine bol para doldurup Avrupa'ya sürgüne C!) yollamıştı... Yazar katilleri buna rağmen onu, "Kızıl" renge boyamakta tereddüt etmediler.

Kendini çok bilgili ve uyanık zanneden bazı Atatürkçülerimiz bile; onun Abdülhamid'i Beylerbeyi hapishanesinde iki defa uzun süreli ziyaret ettiğini, en küçük oğlu Abdurrahim Efendi'ye ceylan yavrusu hediye ettiğini bilmeden, sözüm ona "Atatürkçülük" adına hem de Atatürk'ün anısını zedeleyerek ona "Kızıl Sultan" dediler.Sonrası mı?

Yine modaya uyduk da; öyle uyandık! Ünlü yazar Joan Haslip, Sultan Abdülhamid hakkında "Tanrı'nın Gölgesi" diye kitap yazınca "Neler oluyor?" dedik bizler! Bir zahmet, arşivlere dalıp gerçeklere ulaştık da; şimdilerde kızılı griye zor çevirdik. ..."

Finalde, 10 Şubat 1918, Beylerbeyi'nde Tutukluluk günlerine geliyoruz:

".... "Gözün var senin Paşa; kendi gözünle bak, sakın ha; temelde senin tükenişine emel bağlamış gizli düşmanlarının gözüyle bakma olaylara!" demişti Enver'e; "hem kendini hem de ülkesini kurtarsın" diye.  Lakin; ........ 

Ve finalin finalini okuyoruz: 

"..... Tahammülsüzlük çöktü yüreğine o an. Gayrı yapacağı bir şey kalmamıştı eski Hakan'ın; gönlü seyir yorgunluğundan ırayıp 'öte' özlemine saplandı birden. Her ikbalin ve nimetin hazinesi olan ölümü kıble edindi kendine. Yarınları gözetip durmaktan yorulan gözlerini, mekânsızlık ve zamansızlık âlemine çevirdi. Devletinin "tıpkı kendisi gibi" son günlerini yaşamakta olduğunu anlamanın ümitsizliği içinde, "yapabileceğim tek şey" dediğini yaptı o son gece. 

Secdeye kapandı. "Ordularımız bütün cephelerde perişan, ricat ve bozgun halindeler. .. Senden başka imanımız yok Rabbim! Bizi kurtar! .. " diye inledi. "Eğer kurtulmayacaksak velev ki 'büyük günahımız sebebiyle' ruhsatın yoksa buna bu ölümden bin beter günleri gösterme bana!" dedi yürekten 

- Lütfen bendeki kutsal emanetini geri al! "

Yayıncısının dediği gibi, "Aksultan Abdülhamid'in üstündeki gri rengi beyaza dönüştürmek bu kitabı okuyanlara düşüyor!"

Hasan Basri Bilgin'in "Kızıldan Beyaza Aksultan Abdülhamid" adlı kitabını Mihrabad yayınlarından edinebilirsiniz.