Kendi kendine yetebilen sayılı ülkelerden biri olmakla övünürken o günlerde bizlere bir masal gibi anlatılan kıtlık günleri kapımıza geldi dayandı. Kara saban ile bu ülkeyi beslemeyi, doyurmayı başaran Türk çiftçisi devasa traktörler, tarım makineleri ile bunu neden başaramıyor? Başarmanın ötesinde kendisi de kıt kanat geçinerek büyük bir savaş veriyor.

Sizlere bir soru; Avrupa Birliği’nde destekleme yani karşılıksız olarak verilen para en çok hangi sektöre veriliyor? Bu sorunun yanıtı ‘’tarım’’ elbette. İkinci bir soru; dünyanın en güçlü ve en zengin ülkeleri onca paraları varken neden korkuyor da parayla dışarıdan gıda ürünü almak varken zenginliklerinin büyük kısmını tarım alanına karşılıksız olarak aktarıyor? İki soruyu peş peşe kendinize sorup biraz düşündüğünüzde gıdanın stratejik değeri en yüksek ürün olduğu yanıtına ulaşıyorsunuz. Dünya üzerinde sömürgeciliğin bitmediğini şekil değiştirdiğini; yine yaşadığımız Dünyada kitlesel savaşlarında aslında bitmeyip bambaşka bir şekle evrildiği gerçeğini aklımızdan çıkarmamak gerekiyor.

Yeterli gıdanız yoksa ayakta kalamazsınız. Beş gün su içmediğinizi düşünün; beşinci günün sonunda size uzatılan bir şişe suya kaç para verirsiniz ya da o bir şişe su karşılığında size neler yaptırabilirler? Aynı durum açlıkla için de geşerlidir. Ülkenizin halkını besleyemiyorsanız çoktan köleleşmişsiniz demektir.

Emperyalist devletler vahşi kapitalizmin kurallarını eksiksiz uygulayarak ‘’satış’’ yaptığı ülkenin hiçbir alanda ilerlemesini istemez. Maalesef ülkemize de yıllardır kasıtlı olarak uygulatılan yanlış politikalarla bizi birçok alanda ‘’bağımlı’’ hale getirdiler. Bağımlı sözcüğü sizlere de korkunç gelmiyor mu? Öncelikle hiçbir alanda savaşın bitmediğini kabul ederek ve her alanda, sektörde savaşacak güce kavuşmamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Gücünüz yoksa kölesiniz.

Türkiye’de tarımda devrim gerekiyor;  reformla ya da desteklemelerle kurtaracağımız noktayı çok gerilerde bıraktık. Bu devrim devlet tarafından yapılırsa geçiş süreci daha az sancıyla atlatılır. Aslında sosyal devletin asli görevi budur. Ekonomi biliminde piyasanın görünmez bir el tarafından dengelendiğinden söz edilir. Devlet tarım devrimini yapmazsa piyasa ya da toplum içindeki insanlar açığı görecek ve o alana yatırım yaparak uzun bir sürecin sonunda ‘’dengeyi’’ sağlamayı başaracaktır yani devrimi gerçekleştirecektir. Devletin görevi araştırma, geliştirme çalışmalarıyla anlık ve uzun süreli ihtiyaçları belirleyerek bu bilgilerle planlama/yönlendirme yapıp halkın karşısına çıkacak zorlukları en az sancılı ve en kısa sürede aşmasını sağlamaktır.

Planlama her alanda mutlak gerekli şarttır. Planlama yapmayan insan, şirket, devlet nerede olduğunu, nerede durduğunu, neyi ve ne kadar başardığını bilemez.  İşletmeniz varsa; kısa, orta ve uzun vadeli planınızı yapıp o plana uygulayarak ulaşacağınız hedefi belirlemeniz gerekir. Daha da basitleştirecek olursak bir öğrenci ben yüz üzerinden doksan ortalamanın altına düşmeyeceğim diye bir hedef koyarsa kendine aldığı notla nerede olduğunu anlayabilir.

Bilgi çağında yaşıyoruz. Bilgiye ulaşmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Binlerce ekonomi kitabı önümüzde. Binlerce kalkınma modeli önümüzde. Her istediğimiz anda bu bilgilere ulaşıyoruz. Çok hızlı bir şekilde bütün sorunlarımızı çözmek mümkün. Sadece emek vermeden, çalışmadan, acı çekmeden kurtuluşun mümkün olmadığını bilmemiz gerekiyor.

Yeniden ilk sorumuza dönecek olursak kara saban ile bu ülkeyi doyurmayı, beslemeyi yokluk/kıtlık yıllarında başarmış Türk köylüsü, Türk çiftçisi yirmi birinci yüzyılda, devasa tarım makileriyle, tarım aletleriyle bunu neden başaramıyor?

Acaba bizler yeniden kendi kendine yetebilen, kendi kendini doyuran bir Türkiye’ye kavuşacak mıyız?