Türkiye'nin yıllardır ciddi bir "muhalefet" sorunu olduğunda, iktidar partisi bile hemfikir. Zaman zaman bunu iktidar partisinin kurucusu ve genel başkanı da dile getiriyor zaten. "Devleti CHP mi, Kemal Kılıçdaroğlu mu yönetiyor? Yasaları çıkaran, uygulamakla yükümlü olanlar dururken, muhalefet partisiyle uğraşmak boş iştir" diyenler de haklı sayılabilir. Ama öyle demeyin. İyi bir muhalefet partisi, daima iktidar partileri için de, ülkeler için de büyük avantajdır, katkı sağlar. Her şeyden önce iktidar partisi kendisini muhaliflerine göre konumlandırır. 

Hâlâ ikna olmadıysanız, şu soruma cevap verin lütfen? Türkiye'de bir muhalefet boşluğu yok mu? Demokrasinin gereğini hakkıyla yerine getiren ve çağdaş siyaset anlayışıyla muhalefet eden bir mekanizma olsa, AK Parti'yi yönetenler bu kadar savrulmalar yaşayabilir miydi?

"Yıkıcı, yakıcı, öfkeli muhalefet yerine, yapıcı, önerici, yol gösterici muhalefet yapsın" falan diye uzun uzun siyaset biliminden falan bahsedecek değilim.

Öyle fazla geçmişi kurcalayıp, detaya da girmeyeceğim. Son hafta yaşadıklarımız, Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin "zamanlama" sıkıntısını ortaya koymak için yeterli. 

Kemal Kılıçdaroğlu, yaklaşık iki hafta önce Çorum'da bir iddia dile getirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bazı akrabaları ve yakınlarının yurtdışına para transfer ettiğini, vergi cennetlerinde off-shore hesaplar oluşturduğunu iddia etti.

Doğrudur, yanlıştır, suçtur, değildir bunların hepsi bir kenara. 

Tam ABD'de Rıza Sarraf'ın baş aktörü olduğu davanın jürili duruşmasının başlamasına günler kala yaptı bu açıklamayı.

Dava; Türkiye'nin bir dönemini ve İran ile olan bazı ticari faaliyetlerini konu alıyor. Türkiye'yi yönetenlerin, BM'nin İran'a koyduğu ambargoyu deldiğini ispat etmek için açılmış bir dava. ABD'de, Rıza Sarraf'ın veya Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın ve sanıklar listesine eklenen isimlerle ilgili ABD yargı sistemi içerisinde bir dava görülüyor. Bu davanın, BM'ye taşınması da olasılıklar içinde.

* * *

Ancak, davanın "siyasi" yönü olduğu da aşikar. ABD, 24 Mart 2016'dan bu yana elinde tuttuğu Rıza Sarraf'la ilgili yargı sürecini öteledikçe öteledi hatırlarsanız. Kıytırık bahanelerle bir "zaman ayarı" çekti adeta.

Neresinden bakarsanız bakın, ülkeyi yönetenlerin ve danıştığı muteber kişilerin bu krizi iyi yönetemediği ortada. İki hafta önce de öyleydi... ABD'ye Rıza Sarraf'ın sağlığından endişe edilerek 4 kez nota verildi. Rıza Sarraf'ın "esir alınmış bir Türk vatandaşı" mı olduğu, yoksa ABD'nin Türkiye'deki FBI görevlileriyle pazarlık yaparak Miami'ye giden bir "devşirilmiş casus" mu olduğu konusunda verilmiş kararı yoktu ülkeyi yönetenlerin. Rıza Sarraf'ın mal varlığına "casusluk" suçlamasıyla el konulana kadar...

Dava başladığı gün bile, hükümet cenahından birbiriyle çelişen açıklamalar geliyor, AK Parti Sözcüsü Mahir Ünal "şahsi görüşüdür" diyerek partisinin milletvekillerini tashih etme ihtiyacı duyuyordu.

Her haliyle, ABD'nin Türkiye'yi yönetenlere "siyasi baskı" kurmak için fırsat olarak değerlendirdiği Rıza Sarraf (veya Hakan Atilla) davasının seçmen üzerinde etkileri olacaktı. Evet, halkın yine büyük bölümü "ABD komplo kuruyor" diyecekti ama aynı zamanda "Komploya zemin hazırlanmış, Rıza Sarraf da komplonun bir parçasıymış" gibi bir hüküm de çıkaracaktı. Ya da bu muhtemeldi.

* * *

Peki şimdi CHP seçmeni, AK Parti'ye oy vermeyenler neyi konuşuyor? Türkiye'de siyasi gündem neyin üzerine dönüyor?

Kılıçdaroğlu'nun, geçtiğimiz salı günü CHP Gurup Toplantısı'nda "işte Man Adası'na gönderilen paraların belgeleri" diyerek salladığı banka dekontları ile ABD'deki mahkemede konuşulanlar... Yani dikkatler ikiye bölünmüş, hatta iki olay birbiriyle karıştırılmış vaziyette. İnanın; sokaktaki vatandaşın büyük bölümü, özellikle AK Parti'ye oy verenler Kılıçdaroğlu'nun elinde salladığı kağıtların, ABD'deki yargılamaya dayanak teşkil ettiğine inanıyor. "Kılıçdaroğlu, ABD'nin komplosuna hizmet ediyor" inancı hakim. 

İnanmıyorsanız, çıkın sokağa insanlarla konuşun. Ama AK Parti'nin yüzde 50'den fazla oy aldığı yerlerdeki "halk"la konuşun ki, iki olayın birbirine ne kadar karıştırıldığını net bir şekilde anlayın.

Kılıçdaroğlu'nun "belge" diye ortaya koydukları, bir para hareketini doğrulayabilir. Kanunen zaman aşımına uğramış işlemler. Evet, etik sorun teşkil eden, üzerine birçok yorumun yapılabileceği belgeler de olabilir. Gerçek de çıkabilir...

Kılıçdaroğlu ve kurmayları yanıltılmış da olabilir, kendilerinden emin de olabilirler.

İyi de arkadaş; iktidarla birlikte Türkiye'yi de hedef alan, yakın tarihin uluslararası arenaya taşınmış en önemli davası başlamak üzereyken gündemi Man Adası'na taşımanın ne âlemi vardı?

Tamam, Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi gücünü ve AK Parti'yi zayıflatmak için eline fırsat geçirmişsin ve size güvenen insanların önüne belge koyma çabasındasın. Ama Rıza Sarraf'ın merkezinde olduğu yargılamadan daha mı önemliydi? 

Yoksa, dikkatleri başka yöne çevirmek gibi bir misyon mu yükledi birileri size? "Olmaz, olamaz, imkânı yok" demeyin hemen. 

Olur olur, "Ekmel" gibi olur hem de...