Sevgili dostlar dünkü yazımda Kemalettin Kamu’nun hayatından paragraflar yazmıştım. Onun duygu dünyasına girdiğimde boğazım düğüm düğüm olmuş ve kalanını bu güne bırakmıştım. Gurbet ve yalnızlık onun alın yazısıydı. Dünkü yazımda sözünü ettiğim gibi “Ankara’da Evkaf apartmanındaki odasına yorgun dönmüştü. Saat 18:30’da şiddetli bir kalp kriziyle yere yuvarlandı.” Yine çok duygulanarak okuduğum şiiri sanki gerçek olmuştu:
Yıllardır bir kıvılcım kapalı kında,
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi;
Mustaribim bu duvarın dış tarafında,
Şefkatine inandığım biri var gibi.
Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el,
Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım;
Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel!
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım.
Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de!
Kemalettin Kamu’nun şiirleri ancak ölümünden sonra kitaplaştırılmıştı. Millî mücadele yıllarında savaşın kazanılması için çalışmış, o dönemde yazdıkları elden ele dolaşmıştı. Kimi şiirleri bestelenmiş, marş olmuş, şarkı olmuştu.
“Dediler ki: ‘- Yok baban,
Babanı aldı vatan! ’
Meğer burada yatan
Senmişsin, babacığım!
Davullar çala çala,
Köylü döküldü yola...
Ne güzeldi alayla
Gidişin... babacığım!
Kaldın diye askerde
Anam uğradı derde...
Bu tenha tepelerde
Ne işin... babacığım?”
Her birimiz ana baba kucağından ayrı kalmanın hüznünü yaşadık. Gurbet duyguları bir mıh gibi yüreğimize işledi. Kemalettin Kamu’nun şiirleriydi anlatamadığımız duyguların yansıması:
“Gurbet o kadar acı / Ki, ne varsa içimde / Hepsi bana yabancı / Hepsi başka biçimde // Eriyorum gitgide / Elveda her ümide! / Gurbet benliğimi de / Bitirdi bir biçimde // Ne arzum ne emelim / Yaralanmış bir el’im / Ben gurbette değilim / Gurbet benim içimde”
Gün geldi Yıldırım Gürses’in Uşşak bestesi hanginizi duygulandırmadı boğazınıza bir yumruk gibi oturuvermedi? İşte bizim ruh dünyamız: Biz gurbette değiliz ama, gurbet bizim içimizde…
Bu şiir, bir tek kelimeyle insanın hayatını, her şeyini kaybettiğini ve gurbetin içinde olduğunu, her geçen dakika insanı zaman dilimi içinde alıp götürdüğünü, anlatıyor.
Şiir diyor ki ben gurbette değilim gurbet benim içimde.
Bu şiiri beğenenlerden biri de Yıldırım Gürses’ti.
Yıldırım Gürses bu bestelemeyi çok istemiş. Ama bir türlü cesaret edememiş. İki yıl cebinde taşımış. Ama bir türlü besteleyememiş.
Günlerden bir gün Anadolu turnesine çıkmış. Hakkâri konseri sırasında kuliste sıranın kendisine gelmesini beklerken, postacı gelip onu sormuş. Bir telgrafınız var Yıldırım Bey demiş.
Önce tereddüt etmiş kötü bir haber mi geldi diye. Sonra telgrafı açıp okuyunca şu üç kelime şarkının doğmasına sebebiyet vermiş.
“Oğlum” diyormuş babası. “Şu an belki Türkiye’nin en uzak köşesindesin ama kalbimin içindesin.” Bu sözlerden çok duygulanan sanatçımız programı sonrası hemen uşak makamındaki besteyi yapmış.
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan, doldurup testimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı,
Her adım uyandırır acı bir hatırayı.
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam,
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam,
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla,
- Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı,
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı, uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına
Çoğu kez, “Bingöl Çobanları”nın yerine kendinizi koymuşsunuzdur. Kemalettin Kamu’nun yaptığı gibi “Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına” demişsinizdir. Ha Bingöl, ha Anadolu’nun her hangi bir yurt köşesi. Aslında şiirde konuşan yalnız Bingöl Çobanı değildi. Aynı zamanda kendinizi yerine koyduğunuz şairin kendisiydi. Çünkü o, bir yolcu veya yabancı değil, bu toprakların yerlisiydi.