Türkiye'nin miladı sayılan 17/25 Aralık operasyonu ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından isimlerini sıkça duyduğumuz kayyumlar, sadece cemaate para kaynağı sağladığı iddia edilen irili ufaklı şirketlere, paralara, bankalara vs. atanmadı. İlginç bir kayyum hikayesi de yeni evli bir çiftin başına geldi. Nasıl mı anlatayım:

Düğün hazırlığı yapan çift, Sarıyer'de çok da iyi şartlarda olmayan bir ev tuttu. Evi daha yaşanabilir bir hale getirmek için bir sürü tadilat yaptı. Yaklaşık 1 yıldır oturduğu evin kirasını banka aracılığıyla evsahibine yatırmaya başladı. Ancak evsahibi bir süre sonra öldü ve kiracının muhatabı bu kez evsahibinin çocukları oldu. Kiralar artık çocukların hesabına yatmaya başladı. Aradan bir süre geçti, kiracının kapısını hiç tanımadığı birkaç adam çaldı. Eve girdiler, sağı solu incelediler, ellerinde kağıt kalem not aldılar, kiracıya bazı sorular sordular ve bir hesap numarası bırakıp gittiler.

Kiracının evine "kayyum" atanmıştı. Evet doğru okudunuz. kayyum.

Hikaye şu... Kiracının oturduğu apartmanda hiç evsahibi yok. Kiraların tamamını ölen mal sahibinin çocukları topluyor. Oysa mal sahibinin 4 kardeşi daha var. Ancak çocuklar 10 daireli apartmandan ve geri kalan 44 daireli diğer apartmanlardan ve 16 dükkandan topladıkları kiraların hiçbirini amca ya da halalarıyla paylaşmıyor. Yani kiraların tamamını babaları öldükten sonra iki kardeş cebine atmış. Bundan sonra da amca ve halalar devreye girip, yeğenlerine dava açmış. Mahkeme tüm apartmanlara ve dükkanlara kayyum atamış. Artık kira tek elden toplanıyor ve kardeşler arasında pay ediliyor.

Kayyumun bu adaletli davranışı bununla da kalmamış. Belediyeden talep ettiği ekiple bütün daire ve dükkanları dolaşarak, mekanların asıl değerleri konusunda bilgi almış. Dolayısıyla bizim devlet memurunun da kirası astronomik rakamdan daha makul bir seviyeye düşmüş. Üstelik evin tadilat gerektiren yerleri de hemen ustalar aracılığıyla hallolmuş. Bizim kiracının başına gelen kayyum hikayesi bununla da kalmamış.

Babası da aynı durumda

Aynı şey kendi babasının başına da gelmiş. Memurumuzun babası, kendilerine ait olan 5 daireli apartmanda oturuyor. Annesi bir üst katta kardeşi de alt katta. 6 kardeşler diğer iki dairenin kirasını paylaşıyor. Ama memurun babası apartmanın inşaatı sırasında babasına ekonomik olarak destek olduğu için kira ödemiyor. Apartmanda oturan iki kardeşten de kira isteyen diğerleri önce şiddete başvuruyor. Kardeşler birbirini bıçaklıyor, evlerini ateşe veriyor, yeğenlerinin önünü kesiyor vs.

Sürekli karakolluk olan kardeşlerden biri en sonunda mahkemenin yolunu tutuyor ve kayyum talebinde bulunuyor. Kayyum apartmanın yapımı sırasında ekonomik yardımda bulunsa bile bizim memurun babasından da kira ödemesini istiyor ve ellerine bir hesap numarası veriyor. Şimdi kiracı kardeşler de dahil olmak üzere apartmandaki diğer iki kiracı da ay başı olunca kiralarını kayyumun hesabına geçiyor. Kayyum da mirasçılara eşit şekilde dağıtıyor. Yani kayyum her zaman felaket habercisi olmuyor...

Trafik canavarları Boğaz hattında

"Felaket" demişken, trafikle ilgili bir olayı paylaşmasam olmaz. Sanırım dünyanın hiçbir ülkesinde bizimki kadar trafik kazası gerçekleşmiyordur. Üstelik bizimlerin çoğu yaralanma hatta ölümle sonuçlanıyor. Trafik canavarı diye adlandırdığımız şoförlerin bir kısmı Sarıyer-Beşiktaş, Tarabya-Beşiktaş hattında minibüs kullanıyor, ki buna şahidim. Boğaz hattında oturduğum için hangisine denk gelirsem bu iki toplu ulaşım aracını kullanıyorum. Neredeyse her sabah mutlaka bir minibüs şoförüyle aşırı hız konusunda tartışıyorum. Nedense şoförleri ya bir yere yetişmesi gerekiyor ya da günlerine kötü başlamış oluyorlar. Dolayısıyla sıkça yarı yolda inip daha güvenli olduğunu düşündüğüm başka bir ulaşım aracı kullanıyorum. Bu durumdan sadece ben değil, birçok yolcu da şikayetçi. Sahi toplu ulaşım araçları için şehir trafiğinde hız sınırı yok mu ya da EDS'ler sadece özel araçların hatalarını mı tespit ediyor? Meraktayım...