Yokluğa doğru hızla akıyor hayat. Yaşadığımız dünyada bizlere dokunan ne varsa artık büyük bir hızla siliniyor. Yokluk çağında yaşıyoruz. Biliyorum ki önümüzdeki yıllarda tüm insanlar anılarının bir kısmını dijital kazalara uğrayarak kaybedecekler. Bazı çocukların çocukluklarına dair hiç fotoğrafları olmayacak örneğin.
Hayat dijitalleşmeden önce hiçbir şey bu kadar hızlı değildi. Daha hızlı bilgisayarlarımız var, daha hızlı telefonlarımız, arabalarımız, internete bağlanan televizyonlarımız. Bu döngüsel hıza uyum sağlayarak insani olan ne varsa onlar da yokluğa doğru hızla akıyorlar. Bu akış içine taşınabilir belleklerde sakladığımız ailemizin veya çocuğumuzun fotoğrafları bir arızayla uçup gidecek.
Fotoğraf makinesinin icadından günümüze sahip olunan fotoğraf sayısı zenginlikle doğru orantılıydı. Ne kadar fakirseniz o kadar az fotoğrafınız vardı ama her ne olursa olsun sizden sonraya çocuklarınıza, torunlarınıza gösterebileceğiniz bir iki tane de olsa fotoğraflarınız mutlaka vardı. Sizden sonra yüzlerce yıl yaşayabilecek anılar demekti bu. Günümüzde ise gelişmeler bu sayısal farkı ortadan kaldırdı; artık herkesin elinde telefon/fotoğraf makinesi var ve herkes binlerce fotoğrafa sahip ama artık geçmişe dair biriktirdiğiniz ne varsa yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Sizlere bu yazıyı yazdığım bilgisayarımın içinde benim de bir yığın fotoğrafım, anım, yazım ve şiirlerim var. Es kaza bir arıza yaşansa yok olup gidecekler. Bilgisayar üzerinden yaratılan âleme ‘’sanal’’ adı verildi. Sanal sözcüğünü sözlükler ‘’ gerçekte yeri olmayan, gerçekte var olmayan, ancak zihinde tasarlanan’’ olarak tanımlıyor; kısacası ‘’olmayan’’ demek. Size de korkunç gelmiyor mu; bizi biz eden, kişiliğimizi, geçmişimizi barındıran kavramların ‘’olmayan bir âlemde’’ pamuk ipliğine asılı olması.
Tabi birçok yöntem var. Yedek alabiliyorsunuz. Yedeğin yedeğini alabiliyorsunuz ama onlar da ‘’sanal’’, yani yok hükmündeler. Oysa basılmış; fiziksel olarak varolan yazılar, kitaplar, resimler binlerce yıl sonra bile yaşanmışlıkları, alışkanlıkları, gelenekleri sonraki nesillere aktarabiliyor. Sümerlerin kil tabletlerinden tutun da ceylan derisine yazılan, taşlara kazınan milyonlarca eser günümüze kadar gelmiş. Fiziksel olanın azalması hepimizin biraz daha silikleşmesine neden oluyor.
Eskiden ulaşılması zor olanın birden bire herkesin eline geçmesi, ulaşılır ve ‘’ucuz’’ olması hayatlarımıza farklı şiddet ve işkence yöntemleri olarak giriyor. Ufacık bir toplulukta bile yüzlerce flaş patlıyor; öz çekimler, toplu çekimler bir türlü bitmiyor. Hem ruhunuzdan hem de zamanınızdan eksiltiyor insanlar; yüzünüze tuttukları makinelerle yapıyorlar bunu.
Eskicilerde çok olmaz ama sahaflar da mutlaka görmüşsünüzdür kutulara, sepetlere doldurulmuş insan fotoğraflarını. Anneler, babalar çocuklar, kalabalık aileler vardır onlarda. Sizden önceki bir tarihe aittir hepsi. Siyah beyaz ama azıcık da yeşili tonlarda yüzlerce suret uzak bir geçmiş zamandan bakarlar yüzünüze. Hep hüzünlüdür. Gülümserken bile hüzünlü, yemek yerken, sarılırken bayram sofraları oldu belli olan neşeli sofralardan hüzünlü insanlar bakar yüzünüze. Sahipleri silinince ya da unutulunca gelmişlerdir o kutunun içine ve işte o kutuya girdikleri anda hüznü eklemişlerdir yüzlerindeki neşeli gülümsemelerine.
Sadece kişisel veriler anlamında bakmayın bu duruma silinen, yok olan bir gazetenin arşivi de olabilir, tarihi bir anın tanıklığı da.
Beni yanlış anlamayın; ne geçmişe duyulan özlemi yüceltiyorum ne de gelecekle ilgili korkular yaratmaya çalışıyorum kafanızda. Sadece konuşuyorum sizlerle. Aklıma takılan, beni etkileyen ne varsa onları anlatıyorum yazdıklarımla. Bireyin geçmişi ile bağının birden bire silinebilecek olması bana korkunç geliyor. İki binli yıllarda doğan birinin sanmıyorum ki basılmış fotoğrafı on adedi geçsin ama dijital ortamda eminim ki binlerce vardır ve olanların hepsi birden bire silinebilir ve yok olabilir.
Hayatın içinde sizi aklında tutan birinin kalmaması üzücü. Kim bilir belki bir yerlerde birinin aklındasınızdır. Belki siz de biliyorsunuzdur bir insanı aklınızda tutmanın tadını.