İster "gelenek" sayın isterseniz "hastalık" ama doğmamış çocuğa don biçmeyi çok sevdiğimiz muhakkak. Hiç geriye dönüp bakmadan, yaşananların toplam muhasebesini yapmadan, temsil ettiği güce bakarak sonuç kestirmeye çalışırız. Ya da arzu ettiğimiz sonucun gerçekleşeceği iddiasını inadına sürdürürüz. 

Fenerbahçe kongre sürecinde de bu huyumuzdan vazgeçmedik. Bu yüzden ortaya çıkan "orantısız" zafer, Ali Koç'u ve sevenlerini ne kadar mutlu ettiyse, Aziz Yıldırım ile çevresindeki "dar çemberi" o kadar hüsrana uğrattı. 

Kongrenin ilk gününde karşımızda hiç geçmişten ders almamış bir Aziz Yıldırım vardı ve kendisinden emin bir şekilde gücünün devam edeceğine inanmış bir şekilde kırıp döküyordu. Sadece rakibini yıpratmak üzerine kurmuştu stratejisini. Büyük umutlar da vermek istiyordu ama hiç bir zaman "bugüne kadar yapamadığını bundan sonra nasıl yapacaksın" sorusuna cevap verecek netlikte olamadı. Ya ufku o kadardı, ya da onu kuşatan "dar çember" buna bile gerek görmüyordu. Nasıl olsa o Aziz Yıldırım'dı ve 20 yıllık otoritesiyle yeniden kazanacaktı.

* * *

Aslında hepimize ders olacak olaylar zinciriydi yaşanan. Sadece bir Fenerbahçe kongresinden ibaret de değildi. Bir camianın gücünü kendi gücü zanneden, o olmazsa camia olmayacakmış gibi bir hava estiren "kibir abidesi" olarak son güne kadar kazanacağına inanıyordu Aziz Yıldırım. Ya da inandırılıyordu. O bir yanaydı, dişinden tırnağından artırarak Fenerbahçe'li olmanın bedelini ödeyen taraftar bir yana. Kendisini eleştirenlere "Üzerindeki formayı ben yaptırdım" diyebilecek kadar basitleşebilen bir bencillik... Dünyanın kendisinin etrafında döndüğüne inanıyordu adeta. Şaşıranlar oldu mu bilemem ama ben hiç şaşırmadım. Çünkü, psikoloji bilimi uzun süre bir gücü elinde tutan kişinin "güç zehirlenmesi" yaşadığını ve "kibir sendromu" hastalığına tutulduğunu net bir şekilde ortaya koymuş, tıp literatürüne de geçirmişti. 
Fenerbahçe'de tesisleşme adına gerçekleştirdiği hizmetlerle tarihe altın harflerle yazılabilecekken, koltuğu ve gücünü muhafaza etmek için kırıp dökmeyi seçmişti hep. Tüm başarısızlıklar ve olumsuzluklarda, onun hiç katkısının olmadığına, yanlış kararlar almadığına inanmamızı istiyor, sürekli olarak "dış güçler"i suçluyordu. Aziz Yıldırım herşeyi doğru yapıyordu ama Futbol Federasyonu, kurulları, hakemler, diğer takımlar ve hatta Fenerbahçe yönetime kendisinin aldığı isimler bile aleyhte çalışıyordu. 

Fenerium'u baştan yapılandırıp, satışlarını rekor seviyeye çıkaran 6 yıllık başkan vekili Abdullah Kiğılı'yı bile küstürmeyi başarmıştı. Kendisini eleştiren, yaptığı yanlışı dillendiren kim varsa Fenerbahçe düşmanıydı. Onun yanında yer almayan, desteklemeyen herkes "hain"di. 

* * *

Futbolun bileşenlerinden kavga etmediği, Fenerbahçe'ye düşman yapmadığı hiç kimse kalmamıştı. 

Ezeli rakibinin kazandığı kupayı Fenerbahçe stadında almaması için gösterdiği çabayı "başarı" kabul eden bir zihin kirliliğine ulaşacak kadar gerçeklikten uzaklaşmış bir başkan portresi çizmek hiç kolay birşey değildi. Ama o zorluğu bile başarmıştı Aziz Yıldırım.

Evet, 3 Temmuz süreci, FETÖ'nün şike kumpası kulübe çok ağır bir darbe indirmişti. Ama rakipleri de farklı şekillerde büyük yıkımlar yaşamıştı. "Çilek" hastalığıyla büyük yaralar alan bir rakibi, küllerinden doğmuş, yeni şampiyon olmuştu. Yıldırım Demirören'in hoyratlığı sayesinde iflasın eşiğine gelmiş Beşiktaş "feda"nın ardından önemli işler başarmıştı. Tüm bunlar olurken Aziz Yıldırım, olayın merakezine kendisini koymuş herkesle kavga etmekle meşguldü.

* * *

Fenerbahçe kongresi "öğrenilmiş çaresizlik"ten kurtulmanın mümkün olduğunu öğretti. Güçlünün daima güçlü kalamayacağını da. Ötekileştiren, düşmanlaştıran, kavga ve karalama ile sonuç almaya çalışanın sahip olduğu gücün bir anda sabun köpüğü gibi yok olabileceğini de...

Fenerbahçe'deki bu güçlü değişim, sadece sarı lacivertli camianın değil, Türk futbolunun da yeni bir yola girişinin miladıdır. Ali Koç'un kazanmasından çok, Aziz Yıldırım'ın kaybetmesine sevinenlerin çokluğu bile çok büyük anlamlar içermektedir. 

Evet, Ali Koç kongreye çok iyi hazırlandı, 5 ay boyunca karış karış ülkenin birçok yerini dolaştı ve büyük bir sinerji oluşturdu. Ama en büyük avantajı 20 yıllık değişmez gücün sahibi Aziz Yıldırım'ın kibriyle kendisini imha etmesi oldu. 

Türkiye'nin en zengin ailelerinden birisinin veliahtlarından Ali Koç'un zaman geçirebileceği binlerce alternatifi varken Fenerbahçe Başkanlığı'nı hedef alıp bu kadar enerji harcamasının altında farklı bir hesaplaşma ve strateji yattığını da bir kenara yazın. O stratejinin başarıya ulaşması, Fenerbahçe'nin başarılarına, yani Koç'un arkasındaki taraftar desteğini milyonlara ulaştırmasına bağlı...
Koç'la başlayan değişim rüzgârının toplumun diğer kesimlerine de sirayet etmesini bekleyenler var. 

Umutlu olanlar; Koç'u oraya taşıyanların tribündeki asgari ücretlinin değil, kombine ve loca alabilen "kaymak tabaka" olduğunu unutmasın.
Endişeli olanlar ise; Aziz Yıldırım'ı çürüten kibri, hırsı ve düşmanlaştırma stratejisinin her zaman işe yaramadığını, hiç bir gücün sonsuz olmadığını akıllarından çıkarmasın.

Bu dünya Sultan Süleyman'a kalmadı, Aziz Yıldırım'a mı kalacaktı?