En yaygın söylenceye göre,  Sultan Orhan  devrinde Bursa'da bir camii yapımında Karagöz adlı bir demirci ve  Hacivat adlı duvarcı çalışmaktadır. Diğer işçiler, bu demirci ile duvarcı arasındaki nükteli konuşmaları dinlemekten çalışamaz olmuşlar. Bu yüzden cami yapımı bir türlü ilerlemezmiş. Bunu gören Sultan Orhan, Karagöz'e idam, Hacivat'a ise

sürgün cezasını uygun görülmüş. Karagöz kararı duyunca sol elini sakalının altına yumruk seklinde koyar ve sağ elini sallayarak, "Adam sende, Allah'a bir can borcum var. Cezama razıyım." demiş.İdam edilmiş. Hacivat ise sevgili dostunun bu haline üzülmüş. İki elini sakalının altına koyarak isyanını dile getiren sözler söylemiş. Karagöz Bursa yakınlarında bir yere gömülmüş.  Hacivat yanına zenginlerin beslediği tazıları alarak Mekke ye doğru yola çıkmış. Bir handa mola verdiği sırada birkaç eşkıya tarafından soyulmak amacı ile öldürülmüş. Bir süre sonra Sultan Orhan'in içine onların acısı çökmüş. Padişahın acısını dindirmek isteyen Şeyh Küşteri bir perde kurdurmuş, Hacivat'la Karagöz'ün deriden yapılmış tasarlanmış resimlerini perde arkasında oynatıp onların şakalarını tekrarlayarak padişahı avutmuş.

Bu söylence bize, yukarıda sözü edilen Cin İmparatoru'nun karısı öldükter sonraki durumunu anımsatmaktadır. Günümüzde de Karagöz perdesine Şeyh Küşterî meydanı denilmekte ve Şeyh Kuşterî Karagözcülüğün pîri kabul edilmektedir. .

Evliya Çelebi, bir başka söylenceyi yazıya geçirmiştir. Ona göre, Selçuklular zamanında, Efelioğlu Hacı Eyvad,  ve İstanbul Tekfuru Konstantin'in seyisi Kırk Kilise'den Kıpti Sofyozlu Bali Çelebi'den söz ederek bunların buluşup konuyşmalarının gölge oynatanlarca perdeye yansıtıldığını belirtmektedir.

Bir başka  teze göre, 1333 yılında Hisar'daki Ortapazar medresesi kitaplığında, "Hayat ve menakıb-i Kara Oğuz ve Hacı Ehvad" adında bir kitabın bulunmaktadır. Bu kitap daha sonra yanmıştır. Burada, Karagöz'ün Orhaneli ilçesinde Karakeçili aşiretinden "Kara Oğuz" adını taşıyan bir köylü olduğu, adının daha sonra " Kara Öküz" e çevrildiği, arkadaşı "Hacı Ahvad" ile birlikte düzenledikleri oyunların Şeyh Küşteri'nin eline geçtiği ve "Karagöz"e çevirdiği ileri sürülmüştür.

Karagöz gerçekten yaşadı mı yaşamadı mı, sorusu bir yana, 17. yüzyıldan itibaren Karagöz gelişme göstermeye başlamıştır. Bu süreç içinde, dar mahalle aralarından, konaklara saraylara kadar uzanmış, önceleri din adamlarına, devlet büyüklerine dil uzatmaktan kaçınırken yaygınlaştıkça, politik konulara da belli dozlarda dokunmaya başlamıştır. Karagöz'ün kendine göre bir dokunulmazlığı vardır. Din adamları bile fetvalarında Karagöz'ün İslam ilkelerine değilse bile uygulamalarına aykırı düştüğünü bile bile, onu hoş görecek gerekçeler bulmuşlardır. Bu dokunulmazlık içinde, havasına, karekterine uygun olarak din adamlarını, devlet ileri gelenlerini, siyasal konuları da diline doladığı olmuştur.

1820 ile 1870 yılları arasında Türkiye'de bulunmuş bir yazar: "Bu taşlama hep devlet ileri gelenlerine onların tutumlarına, göreneklerine, davranışlarına yöneltilmiştir. Sultan bile onun garazlı, yaralayıcı, keskin dilinden kurtulamamıştır." diye yazmıştır. Aynı yazar, gördüğü bir temsili şu şekilde anlatmıştır:

"İyi görünüşlü genç bir adam, Karagöz'e ne meslek seçmesi gerektiği üzerine akıl danışıyor. Karagöz biraz düşündükten sonra gülüyor ve donanmaya girmesini, fakat herhalde amiral olmasını, çünkü hiçbir şey bilmediğini, amiral olmak için de bunun yeteceğini söylüyor. Biraz sonra genç adam amiral kılığında görünüyor, yeni mesleğinde olup bitenleri anlatıyor" Bu olay, yaşanmıştır. Sultan'ın damadı, Karadenizli olduğu için, amiral yapılmıştır.

Bir başka yabancı tanık Karagöz içindeki politik taşlamalara ilişkin şunları yazmıştır: " ...böyle bir  ülkede Karagöz sınırsız özgürlüğün temsilcisidir; bu, sansür tanımaz bir vodvilci, inancasız, yasak tanımaz, söz dinlemez bir gazetedir. Kişiliği kutsal ve eylemi dokunulmaz. Sultandan gayrı İmparatorlukta kimse yoktur ki bu taşlamalı davranışlardan kurtulabilsin...." (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul 1985 (Louis Enault, Constantinople et la Turquie, Paris 1855, s.367 )