Mustafapaşa (Sinasos)

1924 öncesi

Köyün, 1924 öncesi ilginç bir sosyal yapısı var: Osmanlı yönetiminde %80 Rum, %20 Müslüman’ın yaşadığı 5000 nüfuslu Sinasos’un ekonomisi, İstanbul’da 13. yüzyıldan beri havyar ticareti yaparak zengin olmuş tüccarlar tarafından döndürülüyor. Çalışan erkek nüfus, yılın 8-10 ayını İstanbul’da geçirirken; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar köyde sürekli yaşıyorlar. Yunan-Rum kaynaklarda, Müslüman cemaatin çoğunlukla zengin Rumlara ev hizmetleri, rençberlik, hayvancılık gibi konularda hizmet verdiği; az sayıda kasaplık, kahvehane işletmecisi ve memurun da olduğu ve iki kesimin asırlarca barış içinde yaşadıkları vurgulanıyor.

Din konusu, Sinasos’da en önemli kültürel bileşenlerin başında geliyor. Rumlar köyde, 2 cemaat kilisesi, 30 civarında şapel ve köy çevresinde yine aynı sayıda kaya-oyma ibadet yeri inşa ediyorlar. Cemaat kiliselerinden Aziz Konstantin ve Helena Kilisesi (1829), bugün de köy meydanının en önemli öğelerinden biri olmayı sürdürüyor. Bundan daha gösterişli olan 1840 tarihli ‘Taxiarhes (Başmelekler) Kilisesi’ ise 20. yüzyılda yıkılıyor. Müslümanların yaptığı üç caminin en eskisi, 1601 tarihli ‘Cami-i Kebir’. Tam karşısına, 1890’da yapılan ‘Mehmet Şakir Paşa Medresesi’ aslında bir “imaret”. Kapadokya bölgesindeki yegane “yerleşim içi-tipoloji dışı” anıt örneği olan ve 1982’de onarılan yapı, bugün yeni ekleriyle birlikte kültürel-ticari bir merkez olarak kullanılıyor. 1800’lerin başında köye su getiren (ve bu nedenle 1920’lerin ikinci yarısında köye adı verilen) Mustafa Paşa’nın adıyla anılan Cami-i Kebir altındaki mütevazi taş çeşmenin, onarım sırasında yeri değişmiş. Sipahi Cami (1834) ve Şeyh Ali Cami (1802)’nin çevresindeki konut dokusu incelendiğinde ise özellikle iç mekân bezemelerinde, İslam kültürünün izleri okunabiliyor.

Kayalara Yaslı Konaklar

Mustafapaşa’nın konut dokusu, hem üstün işçilik ve detay kalitesi, hem (ekolojik tasarımın esasına kaynaklık eden) topografya ve iklime uyumlu yapılaşma, hem de alabildiğine çeşitlenen plan-cephe kurgusu açısından eşsiz bir mimari zenginlik sunuyor. Yapıların, ‘Ürgüp Loncası’na bağlı Rum, Laz, Ermeni, Süryani ve Müslüman taş ustaları tarafından yapıldığı biliniyor.

Yerleşmenin yüksek taş avlularla çevrili dar ve dik yokuşlarında, bazen tüm cephesiyle, bazen de yüksek duvarlar üzerinde yükselen bezemeli konsollarıyla kendini gösteren konaklar, dış mekânda taşın tek-renk sadeliğini estetize ederlerken, iç mekânlarda rengarenk bir atmosfere bürünüyorlar. Bugün hâlâ birçok konağın özgün duvar resimleri ve tavan süslemeleri, dönemin sanat anlayışının eşsiz belgeleri olarak duruyorlar.

Köydeki yapıların bir bölümünün rölöveleri sayesinde, özgüne çok yakın bazı plan şemalarını bilebiliyor; bu vesileyle, konutların ne denli her biri kendine özgü ve tipolojiye gelmeyen, zengin mekân farklılıkları olduğunu söyleyebiliyoruz.

Devamı haftaya...