Sanıyorum 2019’un sondan ikinci günüydü. Değer verdiğim bir kardeşim (iznini almadığım için adını yazmadım)  imrendirecek kadar nefis, bir fincan içindeki köpüklü kahvenin resmini paylaşmıştı. Altında da şu not vardı: “Hadi kendinize bir kahve yapın Öyle acele etmeden, sakince... Kısık ateşte soğuk suyla yavaş yavaş köpüğün üste çıkmasını bekleyin... Bu sakinlik, durup, kendini dinleme fırsatı verir insana... Sonra özenle kaşık kaşık köpüğü koyun fincana... Her kaşıkta hayatınıza yeni ve güzel şeyler ekliyormuş gibi düşünün... Sonra yavaşça yudumlayın, keyifle... Kendinizi özel ve değerli hissetmeyi hiç unutmayın. Mutlu pazarlar.”

Hem bilgiçlik taslama egomu tatmin, hem de manevi  kardeşimin hoşuna gitsin diye resmin altına şakalar sarmalında yorum yaptım:

“…… bu ne güzel anlatış. Kalkıp kahve yapasım geldi. Nabî'nin beyitini de biraz çarpıtarak ben ekleyeyim: ‘Dutup ke'sin kenârından nezâket-birle höpürdet / Desinler gahve içmekde Gühanî amma mâhir hâ!.....’ Kahvename'den de iki kıta yazayım: "Kahve kuvvet kalbe dermandır dize / Kahve ruha neşvedir, ferdir göze / Şairim ben isterim bir caize / Kahve lutfet varsa imkânın eğer... // Kahvenin pek başka zevk û lezzeti / Meyden üstündür bunun keyfiyeti/ Anda buldum zevk û şevk û sıhhati / Kahve lûtfet varsa imkânın eğer’  Bu son sözü herkes bilir ve söyler: "Ehl-i keyfin keyfini ne tazeler?

Taze elden pişmiş Taze kahve tazeler...’ Bana bir kahve borcun mu vardı senin?”

Gühanî nereden çıktı ya da aklımda kalmış, hatırlayamadım. Ama öyle yazmışım. Zaten bu beyit hakkında rivayet çok. Ben eskiden “zerafetle höpürdet” derdim. Şimdi “nezaket” baskın çıktı. Kimileri kahve yerine ayran da diyor.

Beyitin Nabi’ye ait olduğu pek çok kayıtta yer alıyor;

“Dutup ke'sin kenârından nezâket-birle höpürdet

Desinler gahve içmekde bu emmi amma mâhir hâ!”

Önce günümüz Türkçesiyle karşılığını verdikten sonra hikayesini anlatayım ki, “emmi”nin nereden çıktığını anlayınız.

“Kasenin (fincanın)  kenarından tutup nezaketle öyle bir höpürdet ki, bu emmi kahve içme konusunda ustadır desinler.”

Bildiğiniz gibi ünlü divan edebiyatı şairi Nabi, Şanlıurfa'da doğmuştu. Anlatıya göre, şiirleri dilden dile elden ele dolaşarak İstanbul'a ulaşmış. Ama, İstanbul da Nabi’yi şahsen tanıyan kimse yokmuş. İstanbul’a gelince, şairlerin buluştukları bir kahveye uğramış. Şair ve edipler kendi aralarında sohbet etmekteymiş.

Nabi, bir köşede oturmakta olan iki kişiye selam vererek yanlarına oturmuş. Bu durumdan hoşnut olmayan şahıslar, bir taşralı emmi sandıkları Nabi'yi başlarından savmak için aralarında bir oyun düzenlemişler.

Birisi bir mısra şiir söyleyecek, arkadaşı ayni redif ve kafiyeli bir başka mısra ile ona cevap verecekmiş.  Dolayısıyla bu emmiyi de işin içine sokacaklar, doğru bir cevap alamayacakları için de onunla alay edeceklermiş. Gururu kırılan yabancı da kalkıp gidecekmiş.

İki arkadaştan birisi, ünlü Acem şairi Şadi'nin su mısrasını söylemiş:

"Ela ya ey-ü ey saki edir kees'en ve nadir ha " demiş. (Ey saki, senin sunduğun o kadar seçkin ki )

Karşısındaki, yine Şadi'den ikinci mısrayı ile karşılık vermiş:

"Ki işk asan-i dide veli efkende müşkil ha"(Ki gözdeki aşk damlaları kadar bulunması zor olan )

İki mısra da " ha " redifi ile bittiği için yabancı davetsiz adamın da "ha" redifi ile biten bir dize söylemesi gerekmekteymiş. Tam o anda kiraathane görevlisi, kase içindeki kahveyi Nabi'ye uzatmış. Nabi bir yudum höpürdettikten sonra sözünü ettiğim beyiti söylemiş:

"Tutup kees'in (kase) kenarindan, zerafetle bir höpürdet,

Desinler kahve içmekte bu emmi amma mahir ha."

Bu irticali beyti duyan iki arkadaş şaşkınlık içinde yabancı adamın adını sormuşlar. Nabi de şu beyitle cevap vermiş.

"Bende yok sabr-ü sükun, sende vefadan zerre.

İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre." (Bende sabır, sükunet, sende de vefanın zerresi yok; iki yoktan ne çıkar düşünelim bir kere )

Na ve Bi edatları, Farsça ve Arapça'da olumsuzluk ekleri olduğu için karşılarındaki yabancı adamın Nabi olduğunu anlamışlar ve özür dilemişler.

Divan edebiyatında kahve sık sık işlenmiş. Çağdaş şiirimizde de konu ediliyor.

Cemal Süreya’nin dizeleri gezel değil mi? “Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, / kırk yılın hatırına Sen kalayım.”

Cahit Sıtkı’da mutluluğun simgesidir kahve: “Bugün hava güzel, / Bugün içim içime sığmıyor. / Annemden mektup aldım, / Memlekette gibiyim. / Allaha çok şükür karnım tok; / Elimi uzatsam kahve fincanı dudaklarımdadır./ Kuşlar kaçmıyor benden; / Bir güvercin kanadında okşuyorum / Göklerin maviliğini. / Serçelerin cıvıltısıyla siniyor içime / Ağaçların yeşilliği.”