Özlem Aslan Doğan... O bir anne, aynı zamanda öğrenci, sporcu ve ressam... Maharetlerini parmaklarla sayamayacağım kadar renkli bir hayata sahip. Memur bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Doğan, çocukluk yaşlarında anne ve babasının ayrılması üzerine Konya, Tokat Mersin ve Bursa gibi Türkiye'nin dört bir yanında gezici bir çocukluk hayatı geçirmiş. Kadın mücadelesinde annesini örnek alan Doğan, 'Eskiden kadının adı yoktu ama annemle bunu aştık ve bizde artık kadını adı var' diyor. Hayatı hem okumak hem çalışmakla geçen mücadeleci bir annenin mücadeleci bir kızı o. Tekstil, habercilik, halk dansları hocalığı. Bu mesleklerin hepsi için ayrı bir ömür lazımken o hepsini aynı kefeye sığdırabilmiş kadınlardan. Evlendikten sonra sakin bir hayat sürmeye karar veren Doğan, karakteri gereği atılım yapmadan duramamış ve gazetecilik eğitiminin yanı sıra sosyoloji eğitimi de almaya başlamış. Aynı zamanda kişisel olarak açtığı bir de sergisi bulunan Doğan, okçuluk sporuyla da yakından ilgileniyor. İki çocuk annesi olan Doğan'ın bütün bunlara zaman ayırması da ders kitaplarına örnek olacak nitelik taşıyor.

Hem anne hem öğrenci, aynı zamanda sporculuk ve ressamlık. Tüm bunlara zaman nasıl yetiyor? Ressamlıktan başlayalım mesela? Bu tutku nerden geliyor?

"Çocukluğumdan beri sanatla iç içe bir hayat sürdüm. Hiçbir zaman sergi açma hevesiyle resim yapmadım. Sanatın üretim aşamasında mutlu olduğum için çiziyordum ancak ilk kişisel sergimi açtıktan sonra bunu toplumla da paylaşmış oldum.

İlham kaynağınız ne peki?

"İlham kaynağım yaşanmışlıklar. Genelde insan ve doğa temalı resimler çiziyorum. Resimlerimin ana teması ise özgürlük. Bulunduğun yerde kendin olabilmektir özgürlük. Bulunduğumuz yerde kendimiz gibi olamadığımız için kuşlara özeniyoruz. Bu yüzden özgür olamıyor ve kuşlara aldanıyoruz." Özgürlük bir sanatçı gözünden daha güzel ifade edilemezdi herhalde. "Belki de (gülüşmeler).Resim insanoğlunun yazının bulunmadığı zamanlarda kendini en iyi ifade etme aracı olarak görülmüştür. Resim yazının ilk halidir. Kelimeleri yazıya dökmek de elbette çok güzeldir ancak çizebilmek benim için inanılmaz bir tutku."

Peki, okçuluk serüveniniz?

"Spor da hayatımda her zaman var olan bir şeydi. 4 yıl tenis ile ilgilendikten sonra sakatlık geçirdim. Oğlumu okçuluk kursuna yazarken bir baktım bende kaydolmuşum. Okçuluk eğitimimden sonra da bu işi profesyonelce yapma kararı aldım. Günde 4-5 saat çalıştım. Ben ya hep ya hiç felsefesine inanırım. Onun için yaptığım her işte en iyi olmayı isterim. Okçuluk benim için aynı zamanda bir rehabilitasyondu. Hızlı düşünen analitik bir yapım var, aceleciyimdir. Okçuluk karakterime tersti. Ancak bu spor karakterimi de düşüncelerimi de terbiye etmeyi öğretti bana. Odaklanmak çok ciddi sabır gerektiriyordu."

Çek oku at durumu yok yani?

"Hayır, bu spor dalı çok özel. Okçuluk, hayata benzer. Hayatın merkezinde biz varız. Merkez noktada yaptığın tercihler, verdiğin kararlar tıpkı hedef tahtasındaki okların dönmesi gibi yol döndüğü zaman karşına çıkar. Aslında nokta sensindir. Okçulukta böyledir hedef odaklı atış yaparsan sonuç alamazsın. Kalbinle nişan alacaksın. Okçu, zamanı ve nabzı durdurabilen kişidir. Bu bağlamda, okçuluğun hayatıma çok katkısı olmuştur. Daha keskin ve daha net olmak okçuluk sporunun ana felsefesidir.

Yolculuklar da öyle değil midir? Bir yolculuğa çıkarken maksat hedefe varmak değil değildir yolculuktan zevk almaktır. Belli bir süreden sonra sonuç seni ilgilendirmemeye başlar onun için verdiğin mücadelenin içinde öyle bir kaybolursun ki artık sonuç senin için önemli değildir. Okçuluk da bir yolculuğa benzer. Amaç tam on ikiden vurmak demek değildir. Amaç, hedefe giden yolun senin karakterini nasıl etkilediğidir."

Öğrenci bir anne olmak nasıl bir duygu? Pes ettiğiniz zamanlar olmuyor mu?

"Hayatta öğrendiğim yegane şeylerden biri, güzel olan her şey aynı zamanda zordur. Öğrenci bir anne olmanın elbette zor yanları da var ancak olumlu yönleri çok daha fazla. Çocuklarıma sürekli ödev yap, ders çalış demek zorunda kalmıyorum mesela. Çünkü, evde rol model olarak ders çalışan bir anne görüyorlar. O zamanda annem bunu yapıyor ben de yapmalıyım diyor çocuk ve bunu hayatın bir parçası olarak görüyor. Ben en güzel öğrenme şeklinin göstererek öğretme olduğuna inananlardanım. Söylediklerinden çok yaptıklarınla ilgileniyorum çocuğun alış modeli budur. Mesela, üniversiteyi kazandığımda öğrenci işlerine çocuklarımla beraber girmiştim ve onların heyecanla, 'Anne biz ne zaman buraya geleceğiz' diye sormuşlardı. Çocuk bunu yaşam modeli olarak görüyor.

Eğitim, kişinin doğduğu andan öldüğü ana kadar devam eder. Ölüm, her zaman fiziki anlamında gerçekleşmez. Öğrenmeyi kestiğin anda ölümü seçmişsindir.

Bir kadın olarak ne gibi mücadeleler verdiniz? Yaşadığınız zorluklar nelerdi?

"Yaşadığım en büyük mücadele kendim olabilmekti. Çünkü her ruhun taşımak istediği, ben şuyum dediği bir model mutlaka vardır. Bulunduğun yerde, kendin olabiliyorsan özgürsündür. Bence, toplumuzda yaşadığımız en büyük sıkıntı da bu. Kendimizi bir kalıbın içine koymak ve o rolü oynamak. Kadınsan kadın gibi, erkeksen de erkek gibi davranmak zorunda bırakılmak. Cinsiyetlerin birbirinden tek farkı, uzuvdur. Ben insanlara sadece insan gözüyle bakarım.

Ülkemizde kadınlar dilediği gibi hareket edemiyor. Sınırların biraz dışına çıktığında bir duvara toslar gibi, kendisine kadın olduğu hatırlatılıyor. Mesela ben kadın hakları, hayvan hakları şeklinde yapılan ayrıştırmaya da karşıyım. Hak haktır. Kimse kadın hakları için yani zaten elde edilmiş bir şey için mücadele edemez. Ancak biz hala kadın erkek eşit mi konusunu tartıştığımızdan olayın bu boyutuna geçemedik.

Kadına şiddet, taciz, tecavüz... Tüm bunlar ile ilgili topluma bir mesaj vermek istesen neler söylersin?

"Tüm bu acı olayların temelinde eğitim var, çocukların yetiştiriliş tarzları var. Sen erkek çocuğuna paşa gibi, kız çocuğuna da köle gibi davranırsan böyle bir nesil yetişir. Ailesinden şiddet gören çocuk, büyüdüğü zaman da eşine şiddet gösterme eğiliminde oluyor. Kadın ben çalışacağım, mücadele edeceğim dediğinde bile içsel bir çelişki yaşıyor. Çünkü, onunda zihniyetinin bir köşesinde ne yazık ki ayrımcılık yaşadığı gerçeği var. İşte tam olarak bu noktayı silip atmak gerekiyor. Bu durum, özgürlük anlayışını da zedeliyor. Kadınsan sen bu köşede dur, erkeksen kadın sana hizmet etsin. İnanın bu durum ülkemizin acı bir gerçeği. Bu zihniyeti değiştirmek zor ancak imkansız değil.

Dizilerde bu durumu körüklüyor. Uzun zamandan beri bir kadının tek başına varolduğu, mücadele ettiği bir dizi çekilmedi. Zengin kız, fakir oğlan şımarıklığından artık vazgeçilmeli. Kadın mücadelesine ağırlık verilmeli.

Mesela ben aile baskısı görmüş, eve kapatılmış kadınlara şu soruyu soruyorum. Geçmişine dönsek ve seni özgür kılsak, nasıl hissederdin? Çok iyi hissederdim diyor. O zaman neden kendin gibi bir köle yetiştiriyorsun? Kızına da neden aynı baskıları yaşatıyorsun dediğimde ise, durup düşünmeye başlıyor. İşte zat-ı halimiz bu.

Kadın erkek ayrımcılığına maruz kaldınız mı? Kaldıysanız, ne tepki verdiniz?

"Ben ayrımcılığa maruz kalmadım diyen kadın sayısı Türkiye'de çok azdır. İş hayatında, trafikte, siyasette. Arabayı çoğu erkekten daha iyi kullandığıma inanırım. Kayış de değiştirdim, lastik de. Bu erkek işi değil çünkü. İnsan işi. Ben bunları yaparken bile, nerden nasıl öğrenebildin bunları şeklinde ötekileştirmeye maruz kaldım.

Ülkemizde erkeksen her yerde çalışırsın, kadınsan sen orda bir dur algısı var. Yeri geldiğinde bunun da mücadelesini vermek zorunda kalıyorsun. Sistem de bize bu mücadeleyi dayattığı için, kadınlar evlendikten sonra çalışmamayı tercih ediyor. Tabi, duygusal faktörler de işin içine girince, gir içeri kır dizini dön önüne kız Sıdıka moduna kadın girebiliyor. Kadın bu durumda özerkliğini erkeğe teslim ederken, erkek de bu senin zaten görevin moduna giriyor. Ve kadın bir süre sonra ben kimim sorusunu kendisine soruyor. Soran bunalıma giriyor, sormayan da mutsuz bir şekilde hayatına devam ediyor.

Kadın hayatında ben kimim sorusunu sorabilmeli ve buna cesurca cevaplar verebilmeli. Kendini değersizleştirmemeli. Hiçbir ötekileştirmeyi kabul etmemeli. Kısacası, bu topraklarda kadın olmak zor."

Kadına yönelik bu baskı kültürünün aşılması için neler yapılmalı?

"Kadının öncelikle dik durması lazım. Eğitim de çok önemli bir faktör. Kadınlar, sorgulayıcı çocuklar yetiştirsinler. Kız ya da erkek çocuğu arasına fark koymadan eşit bir şekilde yetiştirsinler. Ben çocuklarıma kadın ya da erkek ile ilgili bir durum söz konusu olduğunda, onlara her şeyden önce insan olarak bakmalarını aşılıyorum. Karşı cinsine de saygı durmayı öğrenebilmeli. Bir kadınla önce arkadaş olmayı başarabilmeli.

Kadınların çalışma hayatında daha aktif rol alması için sizce neler yapılmalı?

"Kadınların her sahada var oldukları ve olacakları algısı yaratılmalı. Kadın ve erkek olarak değil, karşımızdakine sadece insan olarak bakmalıyız. Buradaki algıyı yıkabilirsek bir kadın olarak ben de varım diyebilirsek ne mutlu bize."

Son olarak, kadın erkek ilişkisine dair yapmış olduğunuz hipotezi de okuyucularımızla paylaşır mısınız?

"Elbette...Matematikte iki yarım bir tam yapabilir. Ama gerçek böyle değildir. Bu konu ile ilgili çok sevdiğim bir söz vardır. Ne zaman aslında tamlanırız? Büyük yanılsama birinin diğeriyle kendini tamlayabileceğini zannetmesi... Kardeş, arkadaş, eş, sevgili, içsel anlamda kendini tamlayamamış iki kişiden bir bütün çıkmasını beklemek... İç sorgulamayı yapan iki bütünden bir tam çıkar ancak... Her arayışın cevabını önce kendi içinde sorgulayıp bulan, arayışsız bir hayat sürebilir... Sözün özü iki yarım bir tam yapmıyor, içsel tanım ve tamlama yoksa..."