Haftanın yoğun gündemine rağmen 3 günümü Bolu’da düzenlenen bir seminere ayırdım. Seminerin konusu Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacılar ve haklarının yanı sıra medyanın kullandığı dilin sosyal katmanlar üzerindeki etkileriydi. Ciddiye aldım, çünkü ülkemizde resmi rakamların daha üstünde, yani 4 milyonu aşkın Suriyeli yaşıyor. Siz ister “mülteci” deyin, ister “geçici koruma altındaki sığınmacı” deyin, vatandaş için onların adı Suriyeli, soyadı ise sığınmacı.

Seminer, akademisyenlerin BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve AB destekli saha çalışmaları sonucunda elde edilen verileri de içeriyordu. İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) ile Gazeteciler Cemiyeti’nin ortaklaşa düzenlediği 3 günlük programa, akademisyenler, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve yaygın basından isimler katıldı. İGAM Başkanı Metin Çorabayır, gazetecilik geçmişi sayesinde olayı yalın bir dille anlattı ve seminerin sayılara boğularak sıkıcı bir hal almasının önüne geçti. Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Yusuf Kanlı’nın yalın anlatımı da ufkumuzu açtı.

Prof.Dr. Murat Erdoğan, resmi söylemin ötesine taşıdı bizleri ve yalın gerçeği görmemize önemli katkılar sağladı. Gazeteci Nihat Ali Özcan’ın da moderatörlüğünü yaptığı açık oturumda sorularımızın bir bölümüne cevap bulabildik. Ama resmi makamların saklamakta ısrar ettiği bazı sayısal değerler ile sosyal gerçeklik yine flu kaldı.

* * *

Kimin ne dediğinden çok, sonuçta ortaya çıkan tabloyu paylaşacağım sizlerle. Sonuçta, hepimiz bir şekilde Türkiye’ye yolunu düşüren “sığınmacı”, “göçmen”, “mülteci” ya da “kaçak göç aktörü” insanlarla karşılaşıyor, bazen de aynı sokağı, binayı paylaşmak zorunda kalıyoruz. Herkesin bir şekilde oluşmuş ön yargıları, değerlendirmeleri var. Sokağı iyi bilen, kendisini toplumdan izole etmemek için günün en az 2 saatini kalabalık grupların içerisinde geçiren biri olarak, toplumun bilmesi gereken bilgileri aktarmaya çalışacağım sizlere.

En önemlisinden başlayayım. İç savaştan kaçarak Türkiye’nin dört bir yanına dağılan Suriyelilerin büyük bir bölümü burada kalıcı. Çok az bölümü ülkelerine, topraklarına dönmeyi arzuluyor ve bunun için fırsat kolluyor. Empati yapınca, bunun çok zor bir karar olduğu açık. Kim, neden atalarının yaşadığı, anılarının büyük bölümünün geçtiği yerlerden uzaklarda yeni bir yaşam kurmaya çalışır ki!.. “Beleş hayat” diyenleriniz olacaktır ama hiç de öyle değil durum. Suriye’de sahip olduğu varlıklarını Türkiye’ye taşımayı becerebilenler için yeni yaşam kurmak çok kolay. Ama üçte biri okuma yazma bilmeyen ya da hiç okula gitmemiş, mesleği olmayan insanlar için “her şeye rağmen Türkiye’de kalacağım” kararını almak hiç de kolay değil.

* * *

 “Devlet onlara maaş veriyor, daha ne istiyor” diyenler olacak. Çünkü toplumda yaygın bir kanı bu. Suriyelilerin Halkbank ATM’lerinin önünde oluşturduğu kuyruğu görünce, doğal olarak bu bakış açısı gelişiyor. Bir de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere siyasi erk sürekli olarak “Suriyeliler için bugüne kadar 35 milyar dolar harcadık” söylemini tekrarlayınca, vatandaşa da “Devlet hepsine bakıyor, maaşa bağlamış” fikri oluşuyor.

Ama gerçek farklı. Devlet, sadece kamplarda yaşayan Suriyelilerin yeme, içme ve barınma ihtiyacını karşılıyor. Bunu da bireylere nakit para vererek değil, ayni olarak gerçekleştiriyor.

Vatandaşın “maaş” dediği, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile AB’nin oluşturduğu fonlardan, Çalışma Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı ve Kızılay işbirliğiyle kişi başına 120 lira “Sosyal Uyum Yardımı” dağıtılıyor. Engelliler için bu rakam 600 lirayı buluyor. Ancak bu parayı almanın da şartları var. Önce, “Geçici Sığınmacı” statüsüne göre kimlik numarası alıp, kayıt altına geçmen gerekiyor. Herhangi bir işte çalışmıyorsan ancak bu yardımı alabiliyorsun. Devletin sağladığı esnek şartlardan yararlanarak bir düzenli iş bulduğunda ve bu tespit edildiğinde yardımın tamamı kesiliyor.

Büyük bölümü çok çocuklu aileler olan ve halen de doğum oranı yüksek bir şekilde devam eden Suriyeliler için bu para bulunmaz nimet. Ancak bu yardımın ne kadar süreceği belli değil. AB parayı kestiği anda bu Sosyal Uyum Yardımı da ödenmeyecek. Bugüne kadar AB’den gelen 3 milyar Euro’nun 1 milyarı dağıtılmış Suriyelilere. AB, parayı Türkiye’ye verip “istediğin gibi kullan” demiyor çünkü. Sosyal Uyum Projesi’nin finansmanını sağlıyor ve parayı sıkı bir denetim altında tutuyor.

* * *

Son dönemde ülkeye akın eden Afganlar da seminerin bir bölümünde konuşuldu. Türkiye’de ilk defa yabancıların kurduğu bir derneğe yasal statü kazandırmayı başaran AFGANDER Başkan Yardımcısı Zakira Hekmat’ın anlattığına göre Türkiye’de 120 binin üzerinde Afgan sığınmacı var. Bu yıl içerisinde 36 bini sınırdışı edilmiş. Ancak “neden” sorusuna verecek cevabı yok Zakira Hekmat’ın, çünkü bu konuda resmi makanlar da açıklama yapmıyor.

İşin sırrı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Türkiye’ye yoğun bir Afgan göçüyle operasyon çekmek istediler. Tuzağı hemen fark ettik ve otobüslere bindirip geri gönderdik” sözünde yatıyor. Ama detayı açıklanmadığı için bilmiyoruz neden ve nasıl olduğunu...

Kısaca, kapı komşunuz, sokağınızın sakini ya da mahallenizin bir köşesindeki ıssızlığa sığınmış olan Suriyelilerin büyük bölümüyle bir arada yaşamayı hepimiz öğrenmeye mecburuz. Aksi taktirde, hepimiz acı çekeceğiz...