Yaylalarında, gırcı gırcı karların erimeye, burcu burcu bahar kokularının filizlenmeye durduğu 12 Mart’ın, Erzurumlunun yüreğinde ayrı bir yeri var. Yu Kurtuluş Savaşı verdiğimiz günlerde kadınlarımızın kahramanlıkları. Birkaç örnek vereyim:

Bağımsızlık Savaşı’nın verildiği günlerdi. Yurdun bir çok yöresi gibi, İnegöl toprakları da facia geçirmişti. Domaniç Dağları’ndan inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet etmiş olan öz oğlunu silâhıyla vurarak bizzat cezalandırmıştı. Olay şöyle olmuştu:

Bir Yunan fırkası, Domaniç, Sultan Dağları üzerinden geçip Kütahya üzerine yürümüştü. Karargâh Kumandanı Nâzım Bey şehit olmuştu. İnegöl halkı yediden yetmişine kadar düşmana karşı koymaya hazırdı. Silah bulamayanlar, taş, odun, demir parçalarıyla vatanı korumaya gidiyorlardı... O sırada Domaniç Dağları’nın bu yiğit kadını da yirmi yıl boyunca bütün bir gençliğini harcayarak yetiştirdiği oğlunun eline silahını vermişti. Ona aşıladığı vatan sevgisinden emin bir halde, gururla, İnegöl’e düşmanın karşısına göndermişti. Ama dağdan inen bu saf köylü çocuğu, hain bir jandarma onbaşısının oyuncağı olmuştu. Yaptığı işin kötülüğünü bilmeden düşmana haber taşımıştı. Gel gör ki, köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya, uğursuz haber ulaşmıştı:

“Oğlun casusluk etti!”

Kadın bir an duraklamadan silahlarını kuşanarak atına binip yola düşmüştü. Kuytu ormanlar, yalçın kayalar aşarak bir yıldırım hızı ile İnegöl’e inmişti. Oğlunun bulunduğu yere varmış, kendisini görmek üzere geldiğini söylemişti:

Anasının gelişine sevinen oğlu, elini öpmek için koşa koşa yaklaşmaktaydı. Atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinde sakladığı silâhı çekmiş, tek kurşunla oğlunu toprağa sermişti... Atının başını çevirerek arkasına bakmadan, bir kasırga hızıyla dönüp kaybolmuştu.
Evet... Aslanın dişisi de aslandır. Bu büyük Ulus’un kızları, kadınları, anaları erkekler kadar ulusal güç içinde yer almıştı. Çabalarıyla, kahramanlıklarıyla, Kurtuluş Savaş’ımızın zaferle sonuçlanmasında büyük pay sahibi olmuşlardı. O analarımız, bacılarımız ki, “Biz de varız” demişlerdi. Üstlendikleri görev, cephe gerisinden silah, mermi, ilaç, yiyecek, erzak sağlamak ve ulaştırmakla sınırlı kalmamıştı. Onlar, aynı zamanda kahramanca çarpışarak “Ulusal Güç” ümüze güç katmıştı... O analarımız, bacılarımız ki, yavrularını, “Ya şehid ol, ya gazi” ninnileriyle kundaklayıp büyütmüş, onları davul zurna eşliğinde kutsal göreve, askere uğurlamıştı. O analarımız, bacılarımız ki, cephaneleri sırtıyla, kollarıyla, bulursa kağnılarla savaş alanlarına taşımışlardı. Yağan karın altında üstlerine örtmedikleri yorganlarını, ’Milletin malıdır, nemlenirse bozulur’ kaygısıyla mermilerin üzerine örtmüşlerdi. Çıplak ayakla karın üzerinde cepheden cepheye koşarken: ’Memleketim
düşman çizmesi altında, benim içim yanıyor, ayaklarımın üşüdüğünü mü duyarım’ demişlerdi.

O analarımız, bacılarımız ki, yaralıları tedavi etmekten, yiyecek- giyecek taşımaya, propaganda yapmaya kadar maddi manevi her türlü özveriye katlanmıştı. Acılara, yokluklara karşın, zorlukların üstesinden gelmişlerdi. O analarımız bacılarımız ki, bebesini komşusuna bırakmış, kimisi cephane yollarında, ateşin ortasında doğum yapmıştı. Her şeylerini düşmandan kurtuluşa adamışlardı. O analarımız bacılarımız ki, bununla yetinmemişti. Düşmanın zulmüne karşı eşinin, kardeşinin, babasının yanında cephede açık savaşta da yer almıştı. Kimi zaman mahallenin, köyün erkeklerinden de önce düşman üzerine atılmışlardı. O analarımız, bacılarımız ki, yavrularının şehitlik haberleri geldiğinde, soğuk kanlılığını korumuş, onlarla gurur duymuştu. Şehit olmak, erkekler kadar, kadınlarımız için de geçerliydi. Onlar da cephede silah silaha, göğüs göğüse savaşmış, şehit olmuşlardı. Akhisar-Sındırgı sınırındaki Koca Yayla’da geri çekilen Türk askerlerinin karşısına yirmi bir yaşındaki Gördesli Makbule çıkmıştı. Onları geri çekildikleri için kınamış ve konuşmasıyla cesaret ve moral vermişti. Bununla da kalmamış silahı alarak düşman üzerine atılmıştı. 17 Mart 1922 günü şehit düşmüştü.