İstanbul'da sahaf dendiğinde, Beyazıt'taki bildiğimiz Sahaflar Çarşısı'ndan sonra Beyoğlu'ndaki Aslıhan Pasajı hiç şüphesiz akla ilk gelen çarşılar arasında yer alır. Sahaflar derin arşivleriyle istemediğiniz kadar kitaba ulaşmanıza olanak sağlar. Bu sefer sahaflarda belki kimsenin dikkatini çekmeyen ya da varlığından haberinin bile olmadığı bir konuya değineceğiz; fotoğraflar.

Tarihler geçmişi gösteriyor; renkler siyah beyaz belki biraz sararmış, belki hayatınızın en güzel günü, belki sıradan bir gün.. Ne fark eder ki o fotoğraflardaki sizsiniz işte.. 
Düşünsenize bir fotoğraf çekiliyorsunuz, yıllar sonra bir gün bambaşka bir şehirden, belki bambaşka bir ülkeden hiç tanımadığınız bir insan; sırf gözüne hoş gözüktüğü ya da fotoğrafınızla arasında bir bağ kurduğu için sizin anılarınızı 1 TL' ye satın alıyor.  

Bu anılar genelde ya bir bavulun içinde ya da plastik bir kutunun içine yığılmış şekilde karşınıza çıkıyor. Eğer dikkatinizi çeker de elinize bir tomar fotoğraf alırsanız kendinizi uzun bir yolcuğa hazırlasanız iyi olur... 

BAZEN ÇÖPE GİDİYOR

Peki nereden düştü bu fotoğrafların yolu sahaflara? Vefat eden ev sahiplerinin bütün eşyaları satılığa çıkıyor ve anıları da tabii ki. Onları bulan ya uzak bir akraba ya da emlakçılar oluyor. O anılar ya çöpe gidiyor ya da şansı varsa sahaflara veriliyor. Biz biraz şanslı olanlardan bahsedelim. 

Eskiden sahaflardaki bu fotoğrafların karşınıza çıkma olasılığı daha çokken artık imkansız gibi bir şey, çok talep olmadığı ya da insanların "dikkatini" çekmediği için kitapçılar bu fotoğrafları toplayıp arka taraflara, yüksek raflara kaldırmış. 

Pasajın içinde dükkanının önünde eski orijinal fotoğraflar bulunan nadir kitapçılardan birine giriyorsunuz. Elinize bir deste fotoğraf alıyorsunuz. Önce yavaş yavaş değiştiriyorsunuz, değiştirdikçe içine çekiyor sanki fotoğraflar. Sonra bir bakıyorsunuz ruhunuzun arka fonunda bir anda taş plaktan "Seyyan Hanım - Hasret" çalmaya başlıyor. 

BAKIŞLAR ETKİLİYOR

Bir fotoğraf size en fazla ne anlatabilir ki? Cevap veriyorum: Her şeyi. Ruhunuzda çalan o melodiyi susturamadıkça içine daha çok işliyor o bakışlar, hele o bakışlardan akan duygular.. Fotoğrafları karıştırdıkça her biriyle göz göze geldikçe, hepsiyle uzun uzun sohbet etme hissi doluyor insanın içine. O fotoğraflarda kim bilir kaç hikaye, kaç hayat var. 

Fotoğrafların arasında dolanırken aralardan başka bir şeyler daha çıkıyor. İnce, uzun dikdörtgen bir zarfın içinde; negatif fotoğraflar. Zarfın kapağını aralıyoruz ve içine not düşülmüş; "Söz Resimleri - Yıldız Parkı." Hangi seneye ait olduğunu bilmiyorsunuz ama içinizden "Tüh haberim olsaydı giderdim" diye bir cümle gelip, geçiyor.

BİR KÖŞEDE UNUTULMUŞ HAYATLAR

Bir süre sonra fotoğraflarla aranızda derin bir bağ oluşuyor. Sanki tanıdık bir akrabanın albümüne bakıyorsunuz. Sonra düşünüyorsunuz bu insanların kaçı hayatta, kaçı değil? Kafanızdan bir an olsun kendi hayatınız uçup gidiyor ve bütün işi gücü bırakıp fotoğraflardaki insanların hepsini tek tek bulup sahiplerine ulaştırmak istiyorsunuz bu anıları. 
Arkasına düşülmüş notlar, kimisinin kenarları yanmış, kimisinin kenarları yırtılmış fotoğraflar. Buruşturulup, bir köşeye atılmış ya da bilerek unutulmuş anılar. Bunların kimi sahibine ulaşmış belki gönderilen kişinin haberi bile olmamış. Yarım kalmış hikayeler, yeni umutlar, yalnız insanlar, kocaman aileler, çiçeği burnunda çiftler, asker yolu gözleyenler ve daha neler neler...

Sahaflardan ayrılırken yüreğinizin her bir parçasını ayrı bir fotoğrafta bırakıyorsunuz. Çok sevdiğiniz bir dostunuza, amcanıza, yengenize, ablanıza, abinize veda eder gibi bir hüzün kaplıyor içinizi. Sanki uzak bir yere gidiyorsunuz ve bir daha görüşemeyecek gibi...

Haber-Fotoğraf: Bengü Uzun (İAHA)