Kedisinin kaybolmasının ardından sokak hayvanları ile tanışan Mine Yıldırım, Köpeksizleşen İstanbul’un tezini yazdı. Yıldırım, sokak hayvanlarına dönük sistematik kıyımın devam etmesi durumunda 10 yıl içinde hayvan kalmayacağını söylüyor.

Kadın Kadına köşemin bu haftaki konuğu köpeksizleşen İstanbul’un tezini yazan Mine Yıldırım. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimleri mezunu olan ve şimdilerde Newyork’ta bulunan New School Üniversitesi’nde siyaset bilimleri üzerine doktora yapan Yıldırım, hazırladığı tez ile sokak hayvanlarının sorunlarına yeni bir boyut kazandırdı. Fındık isimli kedisinin kaybolması ile onu ararken sokak hayvanları ve hayatları ile tanışan Yıldırım, İstanbul’un yakın tarihinde yerel yönetimler ile yerleri değiştirilen sokak köpeklerinin hareketlerini takip ederek, köpeklerin kapatıldıkları mekanlar içindeki tecrit pratiklerini inceliyor. Bu kapsamda İstanbul’un güneydoğusu Pendik ve kuzeybatısı Sarıyer’in köylerinde çalışmalarını yürüten Yıldırım, aynı zamanda Dört Ayaklı Şehir İnisiyatifinin kurucularından ve koordinatörü olarak da görev yapıyor. Yıldırım, “İstanbul’da sokak hayvanlarına yönelik sistematik kıyımın devam etmesi durumunda, 10 yıl içinde sokaklarımızda hayvan kalmayacak” diyor. Yıldırım ile barınaklardan sokak hayvanlarının sorunlarına kadar her konuyu konuştuğumuz söyleşimiz sizlerle.

KEDİMİ ARARKEN BİLİNÇLENDİM

- Köpeksizleşen İstanbul tezi bugüne dek yazılmamış bir konu. Siz bu konuyu seçmeye nasıl karar verdiniz? Bu süreçte neler yaşadınız?

 “2010 yılında Beşiktaş’ta yaşarken kedim Fındık kayboldu ve ben de onu sokak sokak aramaya başladım. Dünyanın en büyük metropollerinden birinde bir kediyi arıyordum. İşte o zaman ilk kez bir hayvanı sokaklarda nelerin beklediğinin bilincine vardım. Şehir planlamasının kendi halinde yaşayan hayvanları bile tecrit etmek, sürgün etmek hatta yok etmek üzerine kurulduğunun bilincine vardım ve sonrasında bir akademik düşünme süreci başladı.  O dönem çok fazla hayvan tanıdım. Bir yandan da İstanbul’da hızlı bir inşaatlaşma süreci başlamış, kentsel dönüşüm hayata geçiriliyor ve şehrin fiziki yapısının değiştiği bir dönemden bahsediyoruz. O döneme İstanbul’daki sokak hayvanlarının da kaderinin çizildiği bir dönem olarak da bakabiliriz.” 

- Peki, şehirleşen dünyada sokak hayvanlarına yer yok diyebilir miyiz? Ya da önümüzdeki 50 yıl içinde sokak hayvanları tamamen hayatımızdan çıkacak mı?

 “İstanbul yüzyıllardır savaş, fetih, yangın ve depremler görse de her zaman sokak hayvanları ile var olmuş bir şehir. Günümüzde ise yok olmanın eşiğindeler. Etrafınıza baktığınızda da hayvanların giderek azaldığını görmekteyiz. Eğer sokak hayvanlarının sistematik kıyımı bu hızla devam eder ve toplumsal bir tepki gösterilmezse bırakın 50 yılı 10 yıl içinde bile İstanbul köpeksiz kalabilir.” 

BİZLER İÇİN UMUT VAR

- Peki, bu köpeklerin kaderi mi sokağa terk edilmek?

 “Hayır, kesinlikle değil. İstanbul’un köpekleri yüzyıllardır şehirli ve ormanlara atılmaları onlar için sonun başlangıcı demek. Kimisi 20 bin hayvan kapasiteli barınak adı verilen dev hapishanelerde tutulurken, kimileri de ormanlara terk ediliyor, şehirden tecrit ediliyor. Saatlerce kapalı kapılar ardında tutulan hayvanların bir kısmı da yollarda hayatını kaybediyor. O köpekler ormanlara ölmeleri için bırakılıyor ve yerel belediyeler eliyle de bu kıyımlar sistematikleşiyor. Avrupa sokak hayvanları ile savaşını kaybetse de bizler için hala umut var, bu yüzden mücadele etmeliyiz.” 

- Peki, sokağımızdan alınarak barınaklara gönderilen bir hayvana sahip çıkmak için neler yapılmalı?

 “Vatandaşlar olarak barınak alanlarına erişimimiz kısıtlı. İstediğimiz zaman gidip ziyaret edemediğimiz gibi, şehrin o kadar dışındalar ki kendi aracınız ile gitmek dahi çok zor. Hayvanlar toplansa da akıbetleri bilinmiyor. Küpe numaraları ve renginden hangi ilçeden geldiklerini anlaşılsa da belediyelerin çoğu bunun envanterini tutmuyor ve sistemden ne yazık ki bulunamıyor. Bu hayvanlar oralarda koşullar kötü olduğu için yaşayamıyor ve ölüyor.  Sokak hayvanları kimsenin kararı ile ölüme gönderilemez. Bu toplamalar genelde mesai saatleri dışında ve sabaha karşı yapılıyor. Böyle bir durumla karşılaşan vatandaşlar, o aracı durdurmalı ve kayıt belgesi istenmeli, hatta plakası alınmalı. Ayrıca, sahipsiz hayvan tanımı da çok aşağılık bir tanım. Her şey yapılabilir algısının yer bulmasına neden oluyor.” 

BARINAKLAR KIYIM MERKEZİ HALİNE GELDİ

- Barınaklar ne durumda peki?

 “Osmanlı zamanında da hayvan hastaneleri vardı ancak bu günümüzdeki gibi hayvanı tecrit eden ötekileştiren bir anlayış ile yönetilmiyordu. Şimdilerde barınaklar sistematik kıyım merkezleri gibi kullanılıyor. 20 bin kişilik dev hayvan hapishaneleri dünya üzerinde inanın yok, sadece bizde var. 4 Ayaklı Şehir İnisiyatifi olarak mücadele ettiğimiz başlıklardan birisi de barınakların geçici hayvan bakım merkezleri olması yönünde. Bu işin merkezileşmesi değil yerelleşmesi ve hayvanlara acil durumlarda hizmet verebilecek rehabilitasyon merkezleri kurulması için çalışıyoruz.” 

CAYDIRICILIK OLMADIĞI İÇİN ŞİDDET OLAYLARI ARTIYOR

- Ülkemizin kanayan yarası kadına yönelik şiddete dair neler söylemek istersiniz? 

 “Aslında kadına, çocuğa, hayvana, engelliye yapılan şiddetlerin hepsi paralellik gösteriyor. Toplumda güçsüz görülen ve ona karşı işlenen suçun cezası olmayınca şiddetin de derecesi artıyor. Bu şiddet türlerinin içinde kadına verilmeyen haklar var, aynı işi yapan meslektaşı ile aynı maaşı alamayan kadınlar var, mobbing var. Kadın cinayetlerinden bunları konuşmaya sıra dahi gelmiyor. Toplumda kadın cinsel obje ve arzu nesnesine dönüştürülmüş bir halde, reklamlarda öyle, siyasetçilerin ağızlarında öyle. Kadına yönelik bir aşağılama ve hakaret dili toplumun her kesiminde hakim bir görüş haline geldiği için şiddet olaylarının bu kadar artış gösterdiğini düşünüyorum. Yasal olarak da caydırıcı cezalar verilmediği sürece toplumda kadına, hayvana, çocuğa şiddet uygulayabilirim algısı yerleşiyor. Toplumda kadın kırılgan ve narin bir obje olarak değil de, güçlü ve hak sahibi algısı oturulmalıdır. Bu dil algıda oturunca köklü bir çözüm bulunacağına inanıyorum. Ayrıca, kadın cinayetlerindeki faillere baktığımızda çoğunun geçmişinde hayvana yönelik bir şiddet gösterdiğini ve bunun kayıtlara geçtiğini görmekteyiz.”