Yarın 1 Mayıs… İşçi bayramı…

Korona ile yatıp korona ile kalktığımız şu günlerde ülkemizin en büyük sorunu işsizlik…

Karantina günlerinden önce açıklanan son resmi işsizlik rakamı yaklaşık 4,5 milyon….

Gerçek işsiz sayısının çok daha yüksek olduğunu söylemeye gerek yok, herkes biliyor.

İşi olup da korona virüsü sebebiyle işsiz kalanların sayısında patlama olacak gibi görünüyor.

Sadece işçiler açısından değil, küçük esnaf veya işverenler için de sıkıntı çok büyük.

Berberler zorunlu olarak kapalı. İşyeri sahibi berber işsiz, yanında çalışan berber işsiz, çırağı işsiz…

Kafeler, kahvehaneler için de aynı şey geçerli…

Lokantalarda işsiz sayısı daha da fazla… Aşçısı, garsonu, komisi, bulaşıkçısı, hepsi işsiz…

Alışveriş merkezleri kapalı… Güvenlikçiler dahil, çalışanların hepsi işsiz…

Kapanan her küçük işyerinde en az iki kişi işsiz kaldı. Yüzlerce kişi çalışırken kapanan işyeri sayısı da çok fazla…

İşyeri kapalı olunca berber yanında çalışanına ücret ödeyemiyor, lokanta sahibi aşçısına, garsonuna, diğer çalışanına para veremiyor. Herkesin durumu aynı…

Esnaf hem kira ödüyor, hem vergilerini ödüyor, işçiye ödeme yapması mümkün değil; zaten nasıl ayakta duracağının hesabını yapıyor…

İşten çıkarılma yasaklandığı için fiilen çalışıyor gözüktüklerinden işsizlik maaşı da alamıyorlar. Ücretsiz izinde olanlara ödenen günlük 39 lira 24 kuruşu da çok az bir kesim alabiliyor. Gerisi onu bile alamıyor. Tam bir perişanlık.

Kayıt dışı çalışanlarda sorun daha da büyük. Kimisi yevmiye karşılığında, kimisi de çok cüzi maaşla çalışıyordu. İşyerleri kapanınca ortada kaldılar. Kayıt dışı çalıştıklarından hiçbir yere başvuramıyorlar… Çaresizlik diz boyu değil, adam boyu…

Ülkemizde maalesef dar gelirli aileler birkaç kişinin çalışması ile geçinebiliyor… Örneğin baba asgari ücretle çalışıyorsa eşi günlük temizliğe gidiyor… Çocuklardan biri lokantada komilik, kızı da tezgahtarlık yapıyor… Şimdi anne temizliğe gidemiyor, lokantalar, diğer küçük işyerleri kapalı olduğundan çocuklar işsiz, baba da ücretsiz izinde… Hepsi işsiz…   

Evde kalın, evde hayat var demek çok kolay… Eğer geçinme derdi olmazsa evde kalmak sorun olmaz ama hiçbir gelir yoksa bu insanlar nasıl evde kalsın…

Sloganlarla veya sokağa çıkan kişileri eleştirmekle bir yere varılamaz…

Geliri olanın derdi yok, önemli olan dar gelirli veya hiç geliri olmayan insanlara evde kalması için gerekli imkanları sağlamaktır… Aksi halde akşamdan sabaha kadar evde kalın diye tekrarlamanın bir faydası olmaz.

İnsanların işinin olmadığı, işi olanların da ücretsiz izne çıkarıldığı ve parasız olduğu günümüzde işçi bayramını kim nasıl kutlayacak…

1 Mayıs, maalesef işçilerin hüsran gününe dönüştü…

Bayramlar, sadece kutlama imkanı olanlar için güzeldir…

*****

Bayat ekmek

Hanife Teyze adında yaşlı bir komşumuz vardı. 8 aydır komşulara, “Bayat ekmeğiniz var mı? Varsa verin kuşlar cama geliyor, ıslayıp veriyorum” derdi.

Çok da zayıflamıştı. Kiracıydı. “Çok ucuza oturuyorum diye rutubetini çekiyorum” diyordu. Eşinden dul maaşı alıyordu.

8 aydır gülen, şaka yapan Hanife Teyze gitmiş, yerine suskun düşünceli Hanife Teyze gelmişti.

Bir gün annem dolma yapmıştı. Bir tabak dolmayı elime vererek; “Hadi götür Hanife Teyze’ne de sıcak sıcak yesin” dedi.

Zilini çaldım. 75 yaşındaki Hanife Teyze, yavaş yavaş gelerek; “Kim o?” diye sordu. “Ben Zeynep, Hanife Teyze” dedim. “Tamam açıyorum kızım” dedi. “Annem dolma yolladı” diyerek tabağı uzattım.

Elimden aldı, yüzüme baktı, yutkundu; “Allah razı olsun. Ben de yemek yiyecektim, Şimdi yerim.”

“Annem tabağı istedi” deyince, Hanife Teyze kapıyı kapatmayı bıraktı, mutfağa yöneldi.

İçeriye baktım. Oturma odası karanlıktı. Işığı yaktım. Masanın üstünde bir bardak su ve ıslatılmış ekmekler tabağa doğranmıştı. Hemen kapının önüne çıktım. Hanife Teyze tabağı uzattı. “İki cihanda aziz olun evladım” dedi. “Sağol Hanife Teyze” deyip ayrıldım.

Eve geldiğimde annem; “Ne oldu, suratından düşen bin parça” diye sordu. “Anne, Hanife Teyze tabağa bayat ekmekleri doğramış, onları yiyordu” dedim. “Olur mu kızım? Baban da emekli, O da eşinden emekli, baban kadar maaş alıyor. Sen yanlış görmüşsündür, kuşlar içindir o. Biz geçiniyorsak ki 3 kişiyiz, O tek başına hayli hayli geçinir” dedi.

Ertesi akşam anneme ne pişirdiğini sordum, etli kuru fasulye olduğunu öğrendim. İçimi bir kurt kemiriyordu. Akşam yemeğine oturmadan, “Anne, Hanife Teyze’ye de bir tabak götüreyim mi?” diye sordum. Annem; “Kuru fasulye, götür de güzel bir şey değil.” “Olsun, hadi ver götüreyim” dedim, Sıcak tabağı elime aldım ve yürüdüm.

Hanife Teyze’nin sesi: Kim o?

“Ben Zeynep” dedim. Kapıyı açtı gülümseyerek, yüzüme baktı. “Annem kuru fasulye yolladı, bilmem sever misiniz?” dedim. “Nimeti ayırt etmem, tabii ki severim. Allah razı olsun kızım” dedi.

“Ha unutmadan annem tabağı istiyor” dedim.

Hanife Teyze mutfak yoluna yönelir yönelmez, ben doğru içeriye girdim.

Masanın üstünde bir bardak su, ıslak ekmeklerin konduğu yarısı yenmiş tabak ve annemin bir gün önce verdiği dolmadan kalan 4 tane…

Soracaktım, sormalıydım. İçim içimi kemiriyordu...

Hanife Teyze beni kapıda göremeyince içeriye yanıma geldi.

Sanki sor der gibi yüzüme bakıyordu. Dayanamayıp sordum; “Bu ıslak ekmekleri sen mi yiyorsun, hani kuşlara verecektin?”

Buğulu mavi gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

Üzmüş müydüm acaba anlayamadım, daha 15 yaşındaydım, ama Hanife Teyze’yi ağlatmıştım.

“Evet, ben yiyorum canım kızım. Benim bir oğlum, bir de kızım var. Burada değiller. Başka şehirdeler. İkisi de çalışıyor. Araba alacaklarmış. Bana kredi çektirdiler. Kalan para ancak kiraya, elektrik ve suya gidiyor. Üç beş kuruş ya kalıyor ya kalmıyor elimde. Ben de ekmek isteyemedim. Kol kırılır yen içinde kalır. Böyle biliriz, üç yıl böyle idare edeceğim, kimseye söyleme evladım emi” dedi.

Bu sefer benim gözlerim yaşardı. Tabağı aldım, kapıdan çıkarken arkamdan “Kimseye söyleme güzel kızım” diye sesleniyordu.

Eve geldiğimde bağıra bağıra ağlıyordum.

Annem şaşırarak; “Ne oldu kızım, biri bir şey mi söyledi” diye sordu. Olanı anneme anlattım, annem de çok üzüldü.

O gün, “Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim” dedim.

3 yıl boyunca tüm mahalle Hanife Teyze’ye kimimiz sabah kahvaltılıkları götürüyor, kimimiz öğlen yemekleri, kimimizse akşam yemekleri...

Bir gün, Hanife Teyze hastayken okul çıkışı yanına uğramıştım.

Bana; “İyi kalpli meleğim sen mi geldin. Çok şükür borç bitti” dedi.

“Artık rahat edersin Hanife Teyzem” dedim.

“Evet senin sayende sıkıntısız, ekmek düşünmeden üç yıl bitti. Rabbim seni korusun” dedi.

Meğer bu Hanife Teyze’yi son ziyaretimmiş.

İki gün sonra vefat etti.

*****                  

TEBESSÜM

Hasta

- Doktor bey, hastamızın durumu nasıl?

- Çok üzgünüz hastayı kaybettik.

- Olamaz, öldü mü?

- Yok ya kaybettik, yerinde yok. Arayın telefondan şunu, nereye kaçtı?

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Kalbi ile dili bir olan insandan korkma.

Şems-i Tebrizi