Bektaşiliğin alfabesi sayılan "eline-diline-beline sahip olmak" aslında yalnız bu inanç zümresinin değil; mezhep, din, ırk, renk ayrımı olmadan bütün kişilerin "insanlık sanatının" değiştirilmesi mümkün olmayan ana ilkesidir.

Özetin özeti olarak, elinin koymadığını alma, dilinle yalan söyleme, gıybet (dedikodu) yapma, nefsine hakim ol, açılımını yapabiliriz. "El" ile "beli" vatanla yöre, dili de kalp olarak düşünebilirsiniz. 

Yine Bektaşi alfabesinin bir başka harfi, "Gördüğünü ört, görmediğini söyleme" özdeyişi sayılabilir. Bunu da bütün insanlığın kapsamına alabiliriz. "Gördüğünü ört" anlatımını, bir katili, suçluyu, tecavüzcüyü görmemezlikten gelme değil, engin bir hoşgörü ve onarma davranışı olarak anlamak gerektir. Yanlış, noksan, kusurlu gördüğünü düzelt, tamamla diye de algılayabiliriz. "Görmediğini söyleme" öğüdü  ise yalanı, dedikoduyu önleyen bir yaklaşımdır ki, yukarıda sözünü ettiğimiz "diline sahip olma" ilkesiyle örtüşür. 

Şah Hatayî bir deyişinde "Gördüğün gözün ile / Söyleme sen sözün ile"  diyor. 

XVII. yy. ikici yarısıyla XVIII. yy. ilk yarısı arasında İstanbul'da yaşamış olan bir Bektaşi Babası var. Adı, Azbî Baba. Azbi Baba'nın İstanbul'da gezip hizmet vermediği Bektaşi tekkesi kalmamış. 1835 te göçünce Karaağaç tekkesine gömülmüş. Bir nefesi şöyle: 

Sana yerden gökten büyük nasihat
Gördüğün ört, görmediğin söyleme
Erenlerden, Pir'den budur emanet
Gördüğün ört, görmediğin söyleme

Ben dahi aşıkı rah olam dersen
Evci semavata (gökyüzünün en üst noktası) mah olam dersen
Selamet şehrine şah olam dersen
Gördüğün ört, görmediğin söyleme

Kendi bilgisine gidene lanet
Kizbe (yalan) tevil olmaz haktır bu sohbet
Kimseye dil olma ey ehli hüccet
Gördüğün ört, görmediğin söyleme

......

Azbi küstahlıklar sende ayandır
Sen, ben deme daim hali Şeytandır
Ahte sabitkadem (sözünden dönmemek) ehli imandır
Gördüğün ört, görmediğin söyleme...

Belli ki Azbi Baba, yalan dolan içinde olanlardan çok çekmiş. Belki kendisi zarar görmüş, belki de zarar görenleri görmüş ki, hem ince ince dokunmalar yapmak, hem de öğüt vermek istemiş. 

Halk şiiri geleneğimizde "nazire yazmak" vardır. Şimdi buna "benzek" diyorlar. Zamanımızdaki gibi biraz çalma çarpma değil. Eskilerin yaptığı ustaya bir saygı anlatımı. Aynı yüzyılda yaşamış olan Genc Abdal, Azbi Baba'ya nazire yapmış. Yalnız bir kıtasını  alayım: 

"Sakın yalancıyla eyleme sohbet
Yalancıya yuf var Yezid'e lanet
Dilersen desinler canına rahmet
Gördüğün ört görmediğin söyleme

Aşık İlhami bir deyişini Yunus'ça söylemiş. Hoşgörünün erdemini, dedikodu ve yalancılığın zararını anlatıyor. Yalancılıkla kalleşliği özdeşleştiriyor: 

Kendi noksanını bil ârif ol
Kimsenin ayıbını gözetme gönül
Yetmiş üç millete bir nazarla bak
Hak sevmiş yaratmış söz etme gönül 

Sakın kalleş olup lakırdı düzme.
Kimsenin âlemde gönlünü üzme.
Düzelmiş bir işi varıp da bozma,
Isınmış dilleri buz etme gönül.
.......

Bir atasözümüz vardır. Bütün bu söylediklerimizle bağdaştırılabilir: "Aşına, işine, eşine sahip ol!" Aslında "insanlık sanatı"nın temel ilkelerinden biri de bu atasözüdür. 

Hazret'i Muhammet'e ait olduğu çeşitli kaynaklarda bulunan hikmetli sözlerin bir kaçı şöyle: 

"Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir: Ona haksızlık etmez, onu yardımsız bırakmaz, küçük görmez. (Göğsüne işâret ederek) Takvâ buradadır, takvâ buradadır!"

"Kişiye, Müslüman kardeşini hor görmesi kötülük olarak yeter. Müslüman'ın her şeyi, kanı, namusu ve malı Müslüman'a haramdır. "

"Şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize, görünüşünüze ve mallarınıza değil, kalplerinize değer verir. " 

İşte mesele bu. Kalp, yani gönül temizliği ve güzelliğidir. Tek bir şey vardır ki, en alçağı da en yücedir. Alçak gönüllülükten yüce bir şey var mıdır?