Kızılırmak Şarkışla'nın kuzeyinden geçer. Kızılırmak'tan sonraki bölgeye bu yörede Emlek yöresi denir. Bu yörenin köylerin büyük çoğunluğunda yaşayan halkımız Alevî inancına sahiptir.

Emlek yöresi köylerinin yirmisini "Ozanların İzinde" Belgeselinin çekimi için dolaşmıştım.

Şarkışla'nın Sarıkaya köyünde anlattığım ozanlardan biri Aşık Hüseyin Gürsoy'du. Eskiden beri Hüseyin Gürsoy beni etkilemiştir. Birincisi çok acıklı bir hayat hikâyesi vardır. İkincisi, tam anlamıyla yağmalanan bir şairdir. Çok genç yaşta ölümü, eşinin köy çevresinden dışarı çıkamaması ve çocuklarının küçük olması sebebiyle Aşık Veysel dışında çevrede yaşayan aşıklar, Hüseyin Gürsoy'un şiirlerini, türkülerini yağmalamış, üzerlerine geçirmiş, TRT repertuarına kendi adlarına kaydettirmişlerdir.

Yalnız Âşık Veysel'den: "Bu okuduğum türkü, Aşık Hüseyin Gürsoy'a aittir," açıklamasını yapmıştı:

Ne haldeyim ela gözlü sevdiğim

Nolur suna boylum gör beni beni

Yarinden ayrılan yaslı gezmez mi

Her sabah her seher gör beni beni

Yatamıyom hayal meyal düşlerden

Gözüm görmez oldu kanlı yaşlardan

Sevdiğim üstünde uçan kuşlardan

Nolur suna boylum sor beni beni

İnsan kısım kısım yer damar damar

Kaşların lâmelif yüz şemsi kamer

Güzelim beline olayım kemer

Yakışır sevdiğim sar beni beni

Değişmiş donunu olmuş üveyik

Şahine benziyon ey gözü büyük

Sen bir avcı ol bende bir geyik

Doldur tüfeğini vur beni beni

Konuşursan sohbet olam dil olam

Değmen bana yana yana kül olam

Sen bir bahçivan ol bende gül olam

Uzat ağ ellerin der beni beni

Hüseynim der üstadımı bulayım

Değmen bana yana yana öleyim

Sevdiğim kapında köle olayım

Müşterim bulursan ver beni beni

Hüseyin Gürsoy'un birkaç cümleyle hayatıyla birlikte, Aşık Veysel'den dinlediğim yukarıda sözlerini okuduğunuz türküsünün hikâyesini anlatacağım. 

Aşık Hüseyin, 1902 yılında Şarkışla'nın Sarıkaya köyünde doğdu. Babasının adı İsmail, annesinin adı Bassey'di. Çocukken babasını kaybetti. Yoksulluk içinde yaşadı. Şehriban hanımla evlendi. Savaş yıllarının sonucu olarak çevre köylerinde yaşayanlar gibi sıkıntılı ve çileli yıllar yaşadı.

Hüseyin Ankara'da konserler verdi. Bu konserlerden birinde dinleyicilerden Ayşe adındaki kız Hüseyin'e âşık oldu.  Tanıştılar. Ayşe, Hüseyin'den kendisini almasını istedi. Hüseyin de Ayşe'yi ilgi duymaya başladı. Bu ilgi zamanla aşka dönüştü. Ancak. Köyünde eşi ve çocukları vardı. Her şeyi açık acık Ayşe'ye anlattı. Ama kız, Hüseyin'i öyle seviyordu ki, gözü ondan başkasını görmüyordu. Israrla Hüseyin'le evlenmek istiyordu. Her şeye razıydı. Aldı köyüne götürdü. Ne yazık ki Hüseyin'in korktuğu başına gelmişti.  Hoş karşılanmadı. Ayşe'yi hor görenler, Hüseyin'le selâmı sabahı kesenler oldu. Öyle bir an geldi ki Hüseyin baskılara dayanamadı. "Anneni, babanı özlemişsindir. Seni Ankara'ya götüreyim" diyerek Ayşe'yi köyden Şarkışla'ya getirdi. Birlikte Ankara trenine bindiler. Tren hareket etmek üzereydi. Hüseyin, "Sen otur, ben hemen geliyorum" diyerek trenden indi. Tren hareket etti. Hüseyin, acı acı düdüğünü çalarak gitmekte olan trenin arkasından bakarken ağlıyordu.

Hüseyin'in ağıtı hiç bitmedi. Hem yaptığı işin ağırlığı, hem Ayşe'ye duyduğu sevginin ağırlığı altında eziliyordu. İşte bu günlerde yukarıya iki dörtlüğünü aldığım türküyü yaktı: "İnsan kısım kısım yer damar damar / Kaşların lâmelif yüz şemsi kamer / Güzelim beline olayım kemer / Yakışır sevdiğim sar beni beni...." Hüseyin bu ağırlığa ve acıya dayanamadı. Verem oldu. 22 Temmuz 1942'de bu dünyadan göçtü. 

Her âşık Veysel gibi değildi. Hüseyin'in türküleri kapanın elinde kaldı.