Hayatı, bahtsızlığı beni duygulandıran Hüseyin Gürsoy'un birkaç cümleyle hayatıyla birlikte, Âşık Veysel'den dinlediğim bir türküsünün hikâyesini anlatacağım.  
Âşık Hüseyin, 1902 yılında Şarkışla'nın Sarıkaya köyünde doğdu. Babasının adı İsmail, annesinin adı Bassey'di. Çocukken babasını kaybetti. Yoksulluk içinde yaşadı. Şehriban hanımla evlendi. Savaş yıllarının sonucu olarak çevre köylerinde yaşayanlar gibi sıkıntılı ve çileli yıllar yaşadı. Çukurova'da bahçe bağ işlerinde çalıştı. 

Doğruluğunu bilmiyorum ama köyde anlatılan söylentiye göre, Çukurova'ya giderken, o sırada Kayseri'de bulunan Atatürk'ü görmüş. Zorla da olsa kürsüye çıkıp irticalen Atatürk'e bir şiir okumuş. Atatürk bunun üzerine onu Ankara'ya getirtip, sular idaresinde iş verdirmiş. 
Hüseyin Ankara'da Ali İzzet, Veysel, Hacı Fedaî ile birlikte konserler verdi. Bu konserlerden birinde dinleyicilerden Ayşe adındaki kız Hüseyin'e âşık oldu. Tanıştılar. Ayşe, Hüseyin'den kendisini almasını istedi. Hüseyin de Ayşe'yi ilgi duymaya başladı. Bu ilgi zamanla aşka dönüştü. Ancak. Köyünde eşi ve çocukları vardı. Her şeyi açık acık Ayşe'ye anlattı. Ama kız, Hüseyin'i öyle seviyordu ki, gözü ondan başkasını görmüyordu. Israrla Hüseyin'le evlenmek istiyordu.

Hüseyin köy yaşantısını, şehirli bir kadının o yaşantıya ayak uyduramayacağını, böyle bir ilişkinin köylerinde hoş karşılanmayacağını tekrar tekrar söyledi. Ayşe her şeye razıydı. Aldı köyüne götürdü. Ne yazık ki Hüseyin'in korktuğu başına gelmişti. Hoş karşılanmadı. Ayşe'yi hor görenler, Hüseyin'le selâmı sabahı kesenler oldu. Öyle bir an geldi ki Hüseyin baskılara dayanamadı. "Anneni, babanı özlemişsindir. Seni Ankara'ya götüreyim" diyerek Ayşe'yi köyden Şarkışla'ya getirdi. Birlikte Ankara trenine bindiler. Tren hareket etmek üzereydi. Hüseyin, "Sen otur, ben hemen geliyorum" diyerek trenden indi. Tren hareket etti. Hüseyin, acı acı düdüğünü çalarak gitmekte olan trenin arkasından bakarken ağlıyordu. 

Hüseyin'in ağıtı hiç bitmedi. Hem yaptığı işin ağırlığı, hem Ayşe'ye duyduğu sevginin ağırlığı altında eziliyordu. İşte bu günlerde yukarıya aldığım türküyü yaktı.
"İnsan kısım kısım yer damar damar / Kaşların lâmelif yüz şemsi kamer / Güzelim beline olayım kemer / Yakışır sevdiğim sar beni beni...."
Hüseyin bu ağırlığa ve acıya dayanamadı. Verem oldu. 22 Temmuz 1942'de bu dünyadan göçtü.  

Her âşık Veysel gibi değildi. Hüseyin'in türküleri kapanın elinde kaldı. Yağmalayanlarla Hüseyin şimdi gerçek dünyadalar. Her halde hakkını soruyordur. 
Hüseyin'in diğer âşıklardan farkı keman çalmasıydı. Çocukluk günlerinin Alakilise'de geçmiş olmasından kaynaklansa gerek. Çünkü Alakilise, Şarkışla'da abdal vatandaşlarımızın konalgası olan bir köydür. Neşet Ertaş'ların, Hacı Taşan'ların soyları buralarda konup göçmüştür.  

Âşık Hüseyin Gürsoy'un şiir tekniği ve irticali kuvvetliydi. Dili oldukça yalındı. Kızının anlattığına göre, onlarca şiiri yazılmadığı için kaybolmuştu. Bir de eşi Şehriban hanımdan vaatlerle alınıp, sonra kayboldu denilen defterindeki şiirleri başkaları tarafından sahiplenilmişti. Şiirlerinden toplananların Dr. Reyhan Gökben Saluk tarafından bir kitapta toplanmasına sevindim.