Yeni bir yıla gireli yedi gün oldu. Bitirilen her yılın ardından galiba hepimiz bir hesaplaşma yaşıyoruz. İyisiyle, kötüsüyle, yapmak istediklerimiz ve yapamadıklarımız arasında. Belki de hepimiz istediklerimizden yapabildiklerimizi çıkarınca geriye kalanız. Elimizde ''kalanın'' karşısındaki tutumumuz ve tavrımız bizi biz yapıyor. Kısacası kazanmak veya kaybetmek bizi biz yapmıyor. Kazanmanın ya da kaybetmenin karşısındaki tutumumuz şekillendiriyor ruhumuzu. Ki seninle ilk kez hasbıhal ederken sayın okur fark ediyorum ki ruh-ruhum sözcüklerini kişilik-kişiliğim sözcüklerinden daha çok seviyorum. 

Çoğaltmak mümkün elbet bizi etkileyen kavramları. Kısacası hissettiğimiz değil ortaya koyduğumuz kadarız.

* * *
Uzun süredir hepimizin ruhunu karartan, umudunu körelten bir süreçten geçiyoruz. Ekranlardan, gazete sayfalarından kan, acı, savaş, parçalanmış bedenler, yaralı çocuklar, boğulan çocuklar, çelme takılan ve düşürülen mülteciler dökülüyor ruhumuzun önüne. Hepimiz kırılıyoruz biraz. Ruhumuzu sıkıyor bir mengene. Ve bu haberlerin bir çoğunda ''umut'' sözcüğü geçiyor. Bu yüzyılda en çok kirlenen sözcük ''umut'' olabilir mi sayın okur?

Yeni bir yıla girdik ama ''umut'' edemiyoruz sanki. İnsan umut sözcüğüne yabancılaşabilir mi bu kadar, anlamını, tanımını yitirebilir mi bir sözcük? Sanki hepimiz incindik, kırıldık, eksildi ruhumuzdan bir parça. İnceldi dokunduğumuz her cam; durmadan inceldi. Bizler bu tedirginliği bu yüzyıldan edindik.  

* * *
Gunter Grass ölmeden önce verdiği son röportajda; ''3.Dünya savaşı başlamış olabilir,  farkında olmadan aniden uyurgezer bir yürüyüş esnasında bir dünya savaşının içine düşülebileceğini'' söylüyordu. Mart 2015'de kurulmuş bu cümlenin üstünden kaç ölüm, kaç vahşet görüntüsü, açlık, sefalet ve acı geçti şöyle bir düşünün.

Hiçbir savaş "Birinci, ikinci, üçüncü"diye isimlendirilse de hiçbir savaş aslında bir öncekinin tekrarı değil. Her savaşta taktikler, silahlar, araçlar değişiyor ama acı değişmiyor; katlanarak artıyor. Her yeni savaş daha korkunç oluyor bir öncekinden. Daha çok can alıyor, daha çok tahribat yapıyor. Ekranlarımızda başlayan bir savaşa tanıklık ediyoruz bu yüzyılda. Yarattıkları savaşı bizlere ekranlardan aktararak ruhumuzla da savaşıyorlar. Belki bunca bunalmışlığın  içinde durumu en iyi özetleyen Edip Cansever'in yıllar önce yazdığı Mendilimde Kan Sesleri adlı şiirindeki dizeler;

''Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile''

* * *

Yeni bir yıla gireli bu gün yedi gün oldu. 358 gün daha sürecek bu döngü. İnsanın döngüsü de doğumdan başlayıp ölüme kadar insan olabilme çabası değil mi? Hafızam yanıltmıyorsa beni Anadolu'da eskiden bir insanın iyi, vicdanlı, dürüst, şefkatli biri olduğunu anlatmak için ''çok insan'' sıfatı kullanılırdı. Filanca çok insandır gibi. Vazgeçmeyelim bizleri insana dönüştüren değerlerimizden.  Bizler gene de ''Umudu dürtelim/Umutsuzluğu yatıştıralım'' 

Bu yazı  seninle ilk hasbıhalim sayın okur. Belki bir süre daha burada olurum. Aklıma takılanları, ruhumun cevap bulamadıklarını, ruhumun kabul etmediklerini konuşuruz seninle. Ya da çok sevdiğim şiirlerden, filmlerden, müziklerden bahsederim sana. Ruhumuza akan akşam üstlerinden, gölgelerin uzadığı ikindi vakitlerinden konuşuruz seninle.

Burada sarf ettiğim her söz, her cümle, her fikir ve aklıma sorduğum her soru benim insan kalma çalışmalarım. Ne dersin sayın okur bu köşenin adı ''İNSAN KALMA ÇALIŞMALARI'' olsun mu?