1. yüzyıl şairlerinden Balasagunlu Yusuf Has Hacib'in l069 yılında tamamlayarak Karahanlı hükümdarına sunduğu Kutatgu Bilig isimli eserinde hoşgörü konusunda şöyle diyor:

"İnsanın gönlü incedir, o bir sırça saraya benzer; ona çok dikkat et, kaba söz söyleme, kırılır..."

"Beye cömertlik ve alçak gönüllülük lazımdır; alçak gönüllülük ile birlikte tabiatı da sakin olmalıdır..."

Asık suratlı, kaba sözlü, kibirli ve mağrur insan herkesi kendinden nefret ettirir ve işini yoluna koyamaz .

Edip Ahmet bin Mahmud Yüknekî (XI-XII. asır)'nin Atabetü'l-Hakayık isimli eserindeki şu hoşgörü daveti ne kadar güzeldir:

Cefa kıldançınka yanut kıl vefa
Arımaz neçe yusa kan birle kan

(Sana cefa edene vefa ile karşılık ver / Ne kadar yıkanırsa yıkansın kan, kan ile temizlenmez. )

Bütün dünyada hoşgörü şairi olarak tanınan; Türklerin,  Afganistanlıların ve İranlıların "İşte bizim şairimiz" dedikleri Mevlanâ (l207-l273)'nın şu yedi öğüdü de, hoşgörü konusunda evrensel en güzel mesaj olarak karşımıza çıkmaktadır:

Cömertlik ve yardım etmekde akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol
Hoşgörürlükte deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.

Mevlana Ne olursan yine gel. Kafir de olsan, putperest de olsan yine gel. Bizim dergâhımız umutsuzların dergâhı değildir. Yüz kere tövbe etmiş de olsan, tövbeni boz, gene gel!" diyor. Bu davetteki toleransın sınırsızlığı, bütün düşünce ve inançlar karşısındaki cihanşümul hoşgörü, herkesin dikkatini çekmekte.

Yine Mevlânâ, Mesnevi'sinde şöyle der:

Zıtların sulhuyla mümkündür hayat,
Zıtların cengiyledir lâkin memât.

1300'lü yıllarda Anadolu'yu aydınlatan erenlerden birisi de Yunus Emre'ydi. Bir kaç cümle ile söz etmek gerekirse, Yunus'un, tasavvufun inceliklerini, yalınlıkla, derinlikle ve hiç bir dar kalıp içerisine düşmeden dile getirdiğini söyleyebiliriz. İnsana değer veren, bütün insanlara bir göz ile bakan Yunus Emre, hayatı, ölümü, evreni "mutlak varlık" temeline göre anlatmıştı.

Türk halkının bütün duygu, heyecân ve düşüncelerini, iç zenginliğini en iyi şekilde verebildiği için, o "Bizim Yunus" olmuştu. Yunus'un söyledikleri bütün insanlar için geçerli ve evrenseldi. Türkmenistan'da 12 inci yüzyılda Ahmet Yesevî'yle başlayan Türk Tasavvufi Halk Edebiyatı, 13 üncü yüzyıl Anadolu'sunda Yunus Emre'nin kişiliğinde yücelmişti.

Türk tasavvufunun aslı, hoşgörü ve insan sevgisine dayanıyor.  Toplumda inanç ayrımına göre kin beslemeye karşı çıkmak, kardeşlik ilişkisinin kurulmasını sağlamak, Türk tasavvufunun ana ilkesidir. İşte Yunus'un şiirlerinden gelişi güzel kıtalar:

"Adımız miskindir bizim / Düşmanımız kindir bizim / Biz kimseye kin tutmayız/ Kamu alem birdir bize..."
"Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil."
"Ben gelmedim dava için / Benim işim sevi için /Dostun evi gönüllerdir/ Gönüller yapmaya geldim."

Bir atasözümüz vardır: "Gül bahçemi gör de baharımı anla" diye. Sevgi türlü türlüdür. Yirmi üç yıl önce, 1991 yılını, UNESCO Yunus Emre Sevgi Yılı olarak kabul etmişti. Dünyada etkinliklerle kutlandı. Mevlânâ'nın ciltler dolusu Mesnevisi'ni Yunus Emre "Ete kemiğe büründüm, Yunus gibi göründüm." cümlesi ile özetlemişti. Yunus'u da Yunus diliyle bir cümlede özetlememiz mümkündür.

"Sevelim, sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz."

Olası ki, Mevlânâ, Yunus'un hocasıdır. Şöyle diyor:

"Anamız sevgidir, babamız sevgi, sevgi çocuklarıyız biz. Tanrı ışığıyız. Tanrı sırçası.. Kendimizle  bunca kavgamız ne? Aydınlık aydınlıktan neden kaçar böyle." Kuşkusuz ki, insan en yüce değerdir. O halde insanın insanı sevmeli, birbirine hoşgörüyle yaklaşmalıdır.