Doğduğum yerlerde ''Ev insanın nefesiyle beslenir, içinde insan nefesi olmayan evler yıkılır'' derlerdi. Evet doğrudur. Ömür dediğiniz kişisel tarihinizin içinde size ait olmasa da yıkılan evler görmüşsünüzdür. Birileri tarafından değil bizzat kendi kendine yıkılan evler. Ve hep içine doğru çökerler. İçine doğru çöken sönmüş yıldızlar gibi.

Babam bir gün evini nasıl yaptırdığını anlatmıştı. Yani benim doğduğum evin nasıl yapıldığını dinlemiştim. Uzun süren ve acı dolu anlardan sonra özgürlüğün kapısı gibiymiş o ev. Saatler boyunca oturup duvarları seyrederlermiş annemle. Bambaşka bir zamanda, bambaşka bir tarihin çok duyulmamış öykülerindendir annem ile babam. 

''Herkes gitti beni sokakta unuttular''

Cümlesini kuran şairin, o cümleyi ilk söylediği anda hissettiklerini hissediyorum şu an. Sabaha karşı hüzünden sararan sokak ışıkları altında omuzları çökmüş, yorgun ve bıkmış bir halde sokaktan geçen adam canlanıyor gözümde. Uzayıp gidiyor gölgesi önümden. Bir noktadan sonra tüm saatler sabaha karşı oluyor. Sabaha karşı olunca saatler bilin ki yalnızlığınız artıyor.

Başka bir anlamdır ev. Sığındığınız yerdir. Derinizin üzerine örttüğünüz zırh gibidir. Sizin dünyanızdır. Annemle babamın inşaatında çalışarak yaptırdıkları evi düşünüyorum. Artık o evi koruyacak insan nefesi yok içinde. Gözümün önüne iki insan geliyor. Üstü örtülmemiş duvarların arasına oturup o duvarları  seyreden. Her yaşı, her köşeyi izleyen, aralarında usul usul konuşup gelecekten söz eden iki insan. Duvarları örmek için sırtlarında taşıdıkları taşların açtığı yaraların sızısına aldırmadan konuşuyorlar ve duvarları seyrediyorlar. Sokağa çıkıp bağırmak geliyor içimden ''Eyy umut sen ne güzelsin''. O ev babam ve annemin hayata karşı kazandığı ilk ve en önemli mevzi idi.

Ev bu yaşamda kazandığınız en büyük mevzi, kazandığınız en önemli çarpışmadır. Kendini güvende hissetmek açısından ev sahibi olmak değil sözünü ettiğim. Kiracı da olsanız kiralık evinizin kapısından kendi dünyanıza, kendi özel alanınıza girersiniz. Birey olabilme açısından en önemli adımdır. Sevdiğiniz kişiyle paylaşıyorsanız anlamı ve tadı katlanarak artar.

Dönüp dolaşıp geldiğiniz ev de baba evidir. Ne yaşanmışsa yaşansın kapısı hep açıktır size. Ta ki siz kapayana kadar açıktır o kapı ve genelde sizden başkası da kapatamaz. Hep sıcaktır o ev. Annenizin size yedireceği mutlaka bir şeyler vardır. Hep üstünüze temiz bir yorgan serilir. Peki siz özlemediniz mi üstünüze örtülen yün yorganın kokusunu?

Bambaşka bir yerlerdeyiz artık. Evlerimiz iki oda bir yalnızlığa dönüştü. Nereye gidersek, ne kadar büyük olursa olsun sığamıyoruz hiçbir yere. Bin odamız olsa o denli büyüyor yalnızlığımız. Bakıp da göremediğimiz bir şeyler var etrafımızda. Anlamadığımız. Akıp giden.  Pencerelerimizden dışarı dökülen ışıklar bile değişti. O ışığa doğru yürüyenler de, o ışığı arayanlar da değişti. Garip bir sessizlik içindeyiz. Neden sustuğumuzu, neden mutsuz olduğumuzu bilmeden yaşayıp gidiyoruz işte ve ben yeniden bağırmak istiyorum '' Eyy umut sen ne güzelsin.''

Burada  paylaştığım tırnak içindeki dizelerin şairlerini özellikle paylaşmıyorum. Belki merek eden olur, şöyle bir araştırır ve daha da güzelleriy karşılaşır diye. İki oda bir yalnızlık cümlesini yıllar önce kurmuştum sonra bir arkadaşımın kitabında okudum aynı dizeyi, oluyor böyle şeyler bu çağda iki kişi aynı anda aynı dizeyi ya da benzerini söyleyebiliyor. Örneğin bu dizenin peşine de düşün çok güzel şiirlerle karşılaşacaksınız.

Ve içinizi kıpırtadan, muhteşem bir umutla dolu olduğunuz anları düşünün. O tadı yeniden duymaya çalışın ve bağırın ''Eyy umut sen ne güzelsin''

Son söz olarak;
                taşı öp duvarına kat derdi babam
                acını ve kederini kimse bilmesin