Ülkenin gündemi seçim olunca, diğer sesler ne kadar gür çıkarsa çıksın kimse duymak istemez. Ama hayat devam ediyor ve şehrin çözülmesi gereken acil sorunları var. İstanbul, en fazla sorunla boğuşan dev bir metropol. Nüfusu 20 milyona yaklaştı ama altyapısı 10 milyona ancak yetiyor. 

Şehrin en uzun soluklu ve "karmaşık menfaat ilişkileri"ne girmemiş gazetesi olarak bu sorunlara her fırsatta dikkat çekmeye, çözüm üretilmesi için kamuoyu ile paylaşmaya çalışıyoruz.

Yerel yöneticiler, eksiklik bıraktıkları alanların duyurulmasından pek hoşnut olmuyor. Bürokratları da onlara her şeyi "toz pembe" göstererek egolarını okşamayı tercih ediyor. Böylelikle koltuklarını uzun soluklu kılmaya çalışıyorlar.

"Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" sözünün her gün onlarca örneğini gördüğümüz için, onlara da hak vermemek elde değil. Çünkü var olan sorunu gösteren, aynı zamanda "başaramıyorsunuz" demiş oluyor yerel yöneticiye. Daha doğrusu onlar öyle anlıyor.

Ama işin doğrusu belli. Belediye başkanları, kendilerini kuşatan ve dolayısıyla "kör eden" yalaka halkasından dışarıya açılan bir pencere bulmalı kendilerine. Yeri geldiğinde "Kral çıplak" diyecek, eksik bırakılan, yanlış yapılan şeyleri kendilerine gösterecek, yani "acı söyleyecek" dost bulundurmalı çevresinde. 
Ama hiç birinde yok. İlçelerde de yok, Büyükşehir'de de.

* * *

Daha önce Kadir Topbaş'ın başkanlığı döneminde bazı önemli sorunlara dikkat çekerek, çözümünü istemiştik. Topbaş'ın kurmayları, haklı olduğumuzu bile bile kulak tıkadılar ve "yokmuş" gibi yaparak durumu idare ettiler. Topbaş'ın yerine Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal atanınca veya seçilince, yine bazı sorunlara işaret edip, "Belki farklı davranır" umuduna kapıldık.
İETT'yi yönetemeyen Genel Müdür Arif Emecan görevden alınınca, "Yeni genel müdüre süre tanımak lazım. Belki sorunları tespit eder ve çözüm kazandırır" diye bekledik. Baktık ki, hiç bir değişim yok. Eski devran devam ediyor. İETT'nin otobüsleri garajda yatıyor, şoför eksikliği yüzünden birçok sefer iptali yaşanıyor, vatandaş mağdur oluyor. Yolda kalan, işine, okuluna, hastane randevusuna yetişemeyen öfkesini yıllık izin dahi kullanamayan otobüs şoförüne kusuyor. Gün boyu yolculara dert anlatmaktan usanan şoför, ya bir perde öfke patlaması yaşıyor, ya da mesaisini bitirdiğinde evine, çevresine "barut fıçısı" gibi gidiyor.

İETT şoförleri arasında gerçekçi bir anket yapsın İBB, bakalım kaç şoför "mutluyuz" diyecek, "huzurluyuz" diyecek. Emekli maaşıyla geçinemeyeceğini bile bile, gününü dolduran İETT şoförü, anında emekli olmak için dilekçesini veriyor ve yüzü gülmeye başlıyor.

* * *

İETT, ulaşımı parça parça özelleştirmeyi tercih etti ve ortaya üç ayrı toplu taşıma organizasyonu çıktı. Birisi, erguvan otobüs denilen çok ortaklı Otobüs A.Ş.'ye ait "halk otobüsü" denilen model. Bir diğeri, uzun yıllardır bildiğimiz şahıslara ait otobüslerle yapılan mavi renkli Özel Halk Otobüsü taşımacılığı. Bir de, "sarı" otobüsler var, işte onlar İETT'nin demirbaşına kayıtlı ve kurumun bazıları kadrolu, bazıları da KİPTAŞ'tan "taşeron" hizmeti ile alınan şoförlerle hizmet veriyor. Benim, yukarıda sorunlarına dikkat çekmek istediğim şoförler, işte bu sarı otobüslerde çalışanlar.
2 Nisan 2018 tarihinde bu sütunda "Toplu taşımada sinsi tehlike" başlıklı yazımda, yine benzer sorunlara dikkat çekmiştim. Özel halk otobüslerinde "yasadışı" bir şekilde başkasının sürücü sertifikası ile iki şoförün yerine tek kişinin çalıştığını, uyuşturucu kullananlar olduğuna da yazımda yer vermiştim.
Geçen hafta, Eminönü'nde polis bir özel halk otobüsünü durdurdu. Sürücü kimliği sahte çıktı şoförün. Sürücüyü Akbil cihazına tanıtan kartın sahte olup olmadığını bilmiyoruz. Muhtemelen, başkasının kartını okutarak aracı kullanıyordu. Yani, İETT kendi sisteminden direksiyonda Ahmet'in olduğunu görüyordu ama aracı Mehmet kullanıyordu.
Sürücü kimliği sahte çıkan şoförün üzerinden bir miktar uyuşturucu çıktı. Satıyor muydu, içiyor muydu detaylarını öğrenemedik. 

* * *

Benzer bir olay, 16 Kasım 2013'te yaşanmış, güven timleri yolcu kılığında bindikleri bir özel halk otobüsünde uyuşturucu satışı yapan Bektaş B. isimli şoföre suçüstü yapmıştı.

Bektaş B., otobüse binen bir yolcuya uyuşturucu satarken güven timlerinin dikkatini çekmiş, ardından iki gün boyunca yolcu gibi otobüsüne binen polisler tarafından suçüstü yakalanmıştı.

Bu iki şoför şu anda ne yapıyor, toplu taşımacılığı "minibüsçü" veya "taksici" olarak mı sürdürüyor bilemiyoruz. Ama mümkün.

Her seferinde yüzlerce yolcunun hayatının emanet edildiği İETT'nin "özel halk otobüsü"nün direksiyonunda uyuşturucu satıcısı veya kullanıcısı oturabiliyor.
Peki, her kazanın, sürücü-yolcu kavgasının ardından bir şekilde "açıklama" yapan ve "gereken yapılmıştır" diyen İETT, bu sefer neden sessiz kaldı?
İETT'nin, özel halk otobüslerine sağladığı imtiyazın sebebi nedir? Basamaklı otobüslerin yolcu taşımacılığı yapması 2 yıldır yasak olmasına rağmen, İstanbul'un en kalabalık bölgelerinde külüstür basamaklı otobüslerin çalışmasına neden göz yumuluyor? Bu otobüslerin sahipleri kimler? Ya da sahipsiz kaldıkları için bu otobüsler başkalarının adına mı çalışıyor?

İETT, bu sorulara cevap vermek, İBB Başkanı Mevlüt Uysal da bu konuyu takip etmek zorundadır.