Tahran'da yapılan Astana sürecinin devamı zirveye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İdlib'teki "tüm taraflara ateşkes" çağrısı ve bu çağrının sonuç bildirgesinde yer alması önerisi damgasını vurdu. İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin bu öneriden hoşnutsuzluğu, bakışlarından net bir şekilde yansıyordu. Putin'in ise "poker suratı" ile Erdoğan'ı dinledikten sonra "Sayın Cumhurbaşkanı haklı" diye başlayıp devam ettirdiği cümle, diplomatik olarak derin anlamlar içeriyordu.
"Ateşkes yapacak tarafların temsilcileri burada yok. Terör örgütü temsilcileri yok, Şam'ın temsilcileri yok..." diyerek Erdoğan'ın ateşkes çağrısının zirvenin sonuç bildirisinde yer almasına karşı çıktığını ifade etti Putin.

Tahran zirvesinden önce Moskova'da Putin'le kapalı kapılar ardında İdlib'i konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da "ateşkes" önerisini dillendirip dillendirmediğini, Putin'in orada ne karşılık verdiğini bilmiyoruz. Onun için Erdoğan'ın "ateşkes" çağrısını hepimiz "sürpriz" olarak nitelendiriyoruz.

* * *

Türkiye, İdlib'de kaosa yol açacak bir yaygın çatışmadan en fazla zarar görecek ülke. Suriye iç savaşının başladığı günden bu yana sivillere kucak açan Türkiye'nin, İdlib'den gelenler sınıra dayanmışken, duvarlara merdiven dayayıp aşıyorken sınırı kapatıp insanlık dramı yaşanmasına göz yummasını kimse beklemesin. Türkiye bunu yaparsa, bugüne kadar yaptıklarını reddetmiş olur çünkü. 

Türkiye için başka riskler de barındırıyor İdlib. Çünkü, 29 Haziran 1939'da aldığı meclis kararıyla Türkiye'ye bağlanan Hatay'ın hemen kıyısında yer alıyor İdlib. Osmanlı'dan koparıldıktan sonra içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Fransa'ya bağlı ayrı bir cumhuriyet halini almıştı Hatay. Avrupa'daki büyük buhran ve ikinci dünya savaşının ayak seslerinin duyuluyor olması, Fransa'yı bu imtiyazdan vazgeçmeye ve Hatay Cumhuriyeti'nin tam bağımsızlığını kabul etmeye mecbur etmişti. 

Şimdi; Suriye iç savaşının "ithal" teröristleri Hatay'ın hemen yanıbaşındaki İdlib'de toplandı geçtiğimiz 1,5 yıllık süreçte. Değişik ülkelerden Suriye'ye koşup, değişik isimler altında örgütlenmiş "hibrit cihatçı"lar bugüne kadar hem silah hem de para desteği gördü birçok ülkeden. ABD'nin kurguladığı IŞİD, kağıttan kaplan çıkınca benzeri örgütler de Şam tarafından kendilerine sunulan "Savaşmayıp istediğiniz yere gitmeyi seçebilirsiniz" teklifini kabul ederek İdlib'in yolunu tuttu.
* * *
İdlib'e son göçler Şam'ın hemen kıyısındaki Guta'dan ve ardından Esad birliklerinin eline geçen Golan Tepeleri'nden geldi. "Arap baharı" illüzyonunun kurgulayıcısı ABD, Suudi Arabistan ve yakın müttefikleri aracılığıyla silahlandırıyor ve lojistik ihtiyaçlarını karşılıyordu bu "hibrit cihatçı" örgütlerin. İsrail de, Suriye ile yıllardır bilek güreşi yaptığı, zaman zaman çatıştığı Golan Tepeleri'nde bu "kiralık katillerin" yer alması için özel gayret sarfetti. 

Foreign Policy'ye göre İsrail, 2013 yılından beri Suriye'ye karşı yürütülen savaş süresince ayda 75 dolar olmak üzere binlerce savaşçıya ödemede bulundu. Tel Aviv, aynı şekilde Ağustos 2014'ten itibaren sınır hattı boyunca oluşturulan üç geçiş noktası üzerinden silah da tedarik etti. Buna insani yardım adı altında lojistik destek de eklendi. İnsani yardım El Kaide savaşçılarının Ziv Medical Center'de tedavi görmelerini de içeriyordu. Netanyahu'nun El Kaide militanlarını kutlarken çekilmiş bir fotoğrafı da yayınlanmıştı. İsrail, İran birliklerinin sınır hattından 80 km geri çekilmesini içeren mutabakat sonrasında Temmuz 2018'de verdiği desteği sonlandırdı.

Netanyahu'nun elini sıkan teröristler de şu anda İdlib'de. Orta Asya ve Avrupa'nın değişik şekillerinden gelmiş "lejyoner militan"ların sayısının 30 bine ulaştığını tüm kaynaklar doğruluyor.

* * *

ABD, zirve öncesinde Türkiye'nin endişelerini paylaştığını net bir şekilde açıklamıştı. İngiltere ve Fransa da farklı düşünmüyor. Ama bu ülkeler, bir yandan da Şam rejimi ile "masa altı" diplomasisi sürdürerek geleceğe dönük hazırlıklar yapıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçtiğimiz yıl Esad'ın yerine geçecek "meşru bir halef" göremediğini ve Esad'ın görevden uzaklaştırılmasının bir "ön şart olmadığını" söylemiş, ardından geçen süreçte Şam'la birçok önemli görüşme gerçekleştirmişti.

Tahran'daki üçlü zirveden bir gün önce ABD'nin Virginia eyalet senatörü Richard Black, Şam'a gitti ve Beşar Esad'la başbaşa bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmenin fotoğrafı, ne ABD'de, ne de Avrupa'da "infal" yaratmadı. Hiç bir Amerikalı da senatör Black için "hain", "işbirlikçi", "Katil Esadçı" falan diye yaygara koparmadı. Türkiye’de gündeme bile gelmedi…

İdlib'deki yabancı savaşçıların imha edilmesi ya da başka ülkelere dağılması, ABD'nin bölgedeki varlığını da, "Kürt lejyonerler" ile "kiralık Arap aşiretler"den oluşturduğu orduyu da "gerekçesiz" bırakacak.

Madem Suriye'de yeni bir Anayasa olması gerektiğini savunuyoruz, TBMM'den bir heyet Şam'a bizim yeni anayasamızı götürsün ve “En demokratik anayasa bu” önerisinde bulunsun.

Belki de Esad, bizdeki "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"ni kabul edecek ve Türkiye'deki gibi şeffaf, adil ve demokrat bir seçim yapacak. Bunu Şam'la konuşmadan nasıl bileceğiz ki?