Son dolandırıcılık yöntemini duyduğum zaman çok şaşırdım. Olay düğün salonunda geçmektedir. Takı töreninin hemen sonunda iki kişi düğün sahibinin yanına gelir ve yanlış düğüne geldiklerini, gelin ile damada birer çeyrek altın taktıklarını, doğru düğüne gideceklerini ama hiç paralarının olmadığını ve mutlaka taktıkları çeyrek altınları almak istediklerini söylerler. 

Düğün sahibi şaşırır. Başından savmak ister bu iki kişiyi. Aralarında tartışma başlar. Başka altın alacak paraları olmadığını; mutlaka taktıkları çeyrek altınları almaları gerektiğini, gerekirse görüntü kayıtlarına bakabileceklerini söyleyerek taleplerinde ısrarcı olurlar. Düğün sahibinin telaşı çoktur ve bu işi sonraya bırakmak ister ama ortam iyice gerilmiştir ve adamlar çıngar çıkarmak üzeredir. Beraber kamera kayıtları incelenir ve gerçekten bu iki kişi birer çeyrek altın takmıştır. İki adet çeyrek altın verilerek yanlış düğüne gelen insanlar yollanır ve olay kapanır.

Birkaç gün sonra düğünde takılan takılar kontrol edilirken iki tane çeyrek altının sahte olduğunu fark ederek dolandırıldıklarını anlarlar.

Şeytanın bile aklına gelmez denenler bazı insanların aklına geliyor ve uyguluyorlar. Düğün telaşının ortasında kimin aklına gelebilir ki bu şekilde dolandırılmak. Belki dolandırıcılar o gün birkaç düğüne daha katılmış ve o düğünlerden de ikişer çeyrek çalmayı başarmışlardır.

Hırsızlar, dolandırıcılar hiç boş durmuyor. Sürekli yeni yöntemler buluyorlar insanlardan çalmak için. Kimisi açık açık çalıyor, kimisi zekâsını kullanarak kandırıyor ama hep çalıyorlar. Yeni yöntemler buluyorlar durmadan.

Khaled Hosseini'nin okuduğum zaman günlerce etkisinden çıkamadığım Uçurtma Avcısı adlı kitabından bir paragrafı paylaşmak istiyorum;

“Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir. Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insanın yaptığı, bu ister bir can olsun isterse bir dilim ekmek  adiliktir. Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur.”

Büyük hırsızlar, dolandırıcılar yakalanmıyor. Plan yapıyorlar, kurguluyorlar, diğer hırsızlarla iş birliği yapıyorlar ve en az onlar yakalanıyor. En çok yakalananlar aç kalmamak için çalan garibanlar oluyor. Çocuğu için mama çalarken yakalanıyor, bez çalarken yakalanıyor bu insanlar. Yaşadığımız yüzyılın güvenlik  kameraları büyük hırsızları değil sadece bu gariban insanları kaydedip yakalıyor.

Başka bir hırsızlığı anlatmak istiyorum sizlere. Kendini sokak çocuklarına adamış bir arkadaşımla beraber; arabayla Fatih’e giderken birden durmamı söyledi. Durdum ve on yedi yaşlarında bir genci arabaya aldık. Onunla beraber tiner kokusu da doldu içeriye. Tanışıyorlarmış.  Sokak çocukları derneğinde kalmış bir süre o genç.  Hemen hemen  İstanbul’da   sokakta kalan bütün çocukları tanıyormuş arkadaşım. Epeyce sohbet ettiler. Sohbetin bir yerinde o genç arkadaş bir arabayı açtığını ve içerden 20 tane Milli Piyango bileti aldığını, bir tanesine bile amorti çıkmadığını anlattı.

Bu yaptığının doğru olmadığını söyledim. Bana doğru uzatıp başını ‘’ ben onları alnımın teriyle kazandım abiii’’ dedi. Nasıl soruma ‘’ben o arabanın kapısını açmak için ne kadar ter döktüm biliyor musun sen abiiii’’ diye yanıtladı. Ne diyeceğimi şaşırdım. Sanki güldüğümüzü anımsıyorum bu yarı şaka, yarı savunma mekanizmasına dönüştürülmüş cümleye. Sonra o çocuğu bir yerlere bırakıp yolumuza devam ettik.

Eminim ki 25 sene önce arabasının kapısı açılarak, içinden çalınan o Milli Piyango biletlerinin sahibi biletlere ne çıktığını merak ediyor ve yüksek olasılıkla büyük ikramiye çıktığını düşünüyordur hâlâ. Belki bir ihtimal bu yazıyı okursa; çaldırdığı o biletlere amorti bile çıkmadığını söylemiş ve acısına son vermiş olayım.