Gerek ansiklopediler gerekse sözlüklere baktığımızda “efe” sözcüğünün karşısında “ağabey” anlamını bulmamız mümkün. Rumca kökenli “efendi” kelimesinden geldiğini söyleyenler var. Oysa Türklerde amca anlamında olan “ebe” kelimesinden geldiğini söyleyebiliriz.

Efe kelimesi. Cumhuriyet öncesi, Batı Anadolu’da ortaya çıkan çeteciler için kullanılır olmuştu. Zeybekler aralarında cesaret ve kahramanlıkça kendini gösterenlere “efe” derlerdi.

Genel olarak bütün Ege dolaylarında özellikle köylerde ve çiftliklerde yaşayan Türklere zeybek adı verilmekteydi. Bu yörede yaşayan Yörükler ve Tahtacılar, Anadolu köylüsünden ayrı inanç ve geleneklere sahip değillerdi. Zeybekle eş anlamlı olan “kızan” sözü de erkek çocuk, genç, delikanlı anlamında kullanılmaktaydı. Silahlı ve korkusuz köy delikanlılarına kızan denilmekteydi. Efe, zeybeklerin başıydı. Onun ekibini oluşturan yardımcıları zeybeklere kızan denilmişti. Kızanlar, atak, yiğit, gözünü budaktan esirgemeyen kimselerdi. Kızanların giyim kuşamları daha sadeydi. Köstek ve tabaka gibi gümüş eşya kullanmazlar, efeden izinsiz evlenemezlerdi. Efenin başı tıraşlı ve perçemli olurdu. Zeybeklerin baş tıraşları nal şeklinde yapılırdı. Bizim dağlarımızda efelerimiz, “kızanım” dediği zeybeklerini yemez yedirir, giymez giydirir, uyumaz uyuturdu. Onları tehlikelerden korurdu. Savaşlarda en zor ve tehlikeli işleri kendisine seçerdi. Zeybekler, efenin birlikteliğinden ayrılıp başka bir efenin yanma gitme hakkına sahipti. Yalnız, nöbette uyumak, efesinden gizli haberleşmek, evlenmek, kız kaçırmak gibi durumlar ölüm nedeniydi. Efe, doğruluk, arkadaşlık, vatana bağlılık, vefakârlık simgesiydi. Kimi zaman eşkıya, haydut, yol kesici tip de olsa, Osmanlı’ya baş kaldırmış soyguncular olsa da, efe; bir ruh, bir kültür olarak gönüllerde yaşamaya devam etmekte. Tarihi bir anı, sembol olarak benliğimizde yer etmekte.

Onları temsil edenleri, kurtuluş günlerimizde, benzeri törenlerde orijinal kıyafetleri içinde erkekçe ve mertçe yürüyüşleri ile görmekte ve gururlanmaktayız. Ömer Bedrettin Uşaklı’nın: “Eğilmez başın gibi Dağlar bulutlu efem. Gökler yoldaşın gibi
Sana ne mutlu efem..”mısraları bu gururun bir anlatımı değil mi? Bugün zenginden aldığını fakire dağıtan, yoksul gelinlere çeyiz düzen nice efelerin öyküsü halk dilinde anlatılmakta. Efe ve zeybeklerin, gelenek ve göreneklerinden giyim kuşamlarına, öykülerinden oyunlarına kadar folklorik yönlerini, varlığını inceleyen ve eser verenler arasında Osman Bayatlı, Münir Süleyman Çapanoğlu, Hüseyin Hilmi Bayındır, Sadi Yaver Ataman, Dr. Tahir Kutsi Makal ve Dr. Bedri Noyan gibi isimleri anmak istiyorum. . Efe ve zeybeklerin giyim kuşamları oldukça zengin ve çeşitli. Bir genelleme yaparsak şöyle tanımlayabiliriz: Zeybek giysilerinde, sürekli olarak, işlemeli ve diz kapaklarını açıkta bırakan şalvar, kuşak ve üstte cepken, başta börk ya da fes üzerine sarılı telli ipek çevre bulunuyor. Silahlık, ayakta yemeni yahut çizme kıyafeti tamamlıyor. Efe ve zeybekler mavzer taşırlardı. Efenin silahı gümüş kakma işlemeliydi. Tabancalar bazen çifte olurdu. Bunların saplarından bağlı uzun kordonlar boyuna veya uygun bir yere bağlanırdı. Eskiden dolma tüfek taşındığı zamanlar silah kayışına asılı olarak barut kabağı taşınırdı. Adları akıllara gelen efeler arasında şunları sayabiliyoruz: Yörük Ali Efe, Mesutlarlı Mestan Efe, Kozalaklı Mehmet Efe, Danişmentli İsmail Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Sancakların Ali Efe, Demirci Mehmet Efe. Çakırcalı Mehmet Efe, Kamalı Zeybek, Sinanoğ1u Efe, Atçalı Kel Mehmet... Bütün bu efelerin büyük bir bölümü kurtuluş savaşında büyük hizmetler yapmışlar düşmana ağır kayıplar verdirmişlerdi.