Yalnızlığın ve çaresizliğin her penceresinden baktım. Ömrümüzün başlangıcından yaşadığımız şu anına kadar yüzlerce penceremiz oldu hepimizin. Bazen yanımızda biriyle baktık o pencereden, bazen tek başımıza uzandı gözlerimiz karanlığa doğru. Bazen içindeydik ne varsa. Bazen büsbütün dışında kaldık her şeyin.

Çok pencereli büyük bir binada geçti bazı anlarım. Döndüm dolaştım bir ömrün bütün pencerelerinden baktım. Benim baktığım duvarların içinde açıldı boşluklar. Dinleyerek anladıklarım oldu o pencerelerden. Düşünerek unuttuklarım, özleyerek bulduklarım oldu. Elli yıl öncesini de gördüm o penceren, bir gün sonrasını da.
Bir rüyadaymışçasına aktı durdu ruhum geçmişe bağlı salıncağın kollarında. En çok ağladığı yere döndü gerçeğimiz. Kapılardan geçtik. Koridorlardan yürüdük. Binlerce pencereden tek tek baktık. Tek tek denedik her yönü. Bir yönde uzaklar oldu. Öteki tarafta insan kalabalığı, koşuşturma. Kirli ve yalnız duvarlar hangi taraftaydı anımsamıyorum. Çünkü çok döndüm dört tarafı pencereli o büyük binanın içinde.
Yağmurlar oldu, rüzgarlar. Kar yağarken başka bir pencereden bakıyordum. Ihlamur ve çay kokuyordu oda. Yanan sobanın çıtırtısı bana bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş şimdi anladım. Hiçbir şey silinmezmiş insandan şimdi anladım. Yeniden, yeniden yaşarmış insan acısını, mutluluğunu, özlemini. Yani insanı insan yapan ne varsa yeniden yaşarmış. 

Uzun sorular soruyorum kendime bazı pencerelerden bakarken. Kaç yıl önceydi diye sorup parmaklarımla hesaplıyorum  acının tarihini. Bakıyorum. Sadece bakıyorum  konuşmadan. Acıdan başka duygu kalmıyor geriye. Mutlu olduğu anlarda var insanın elbet; sonra o anlar buruk bir acıyla anımsanıyor. Bizi mutlu eden ne varsa mutlak acıya, kedere dönüşüyor. 
Ne tam karışabildim hayatın içine ne de kopabildim tamamen. Hep bir pencere kadar uzaktım var olan ne varsa. Bir camın arkasından seyrettim insan suretlerini. Çok uzak kaldım, hep anladım. Karanlıkta bile gördüklerim oldu. Bilenmekten tükenir ya bıçak; öyle yoruldum anlamaktan. Olmadık yerlerinde durakladım cümlelerin. Sonsuz bir boşluğu çektim içime.

Şimdi hayatın başka bir penceresinden bakıyorum. Çoğu zaman kendimden başka kimseyi görmüyorum camlarda. Sorular soruyorum. Susarak veriyorum bütün cevapları. Kendimi çok pencereli bir yapıda buluyorum. O pencerelerden hangisinden bakarsam bakayım küçük derme çatma bir yapının daracık penceresinden görüyorum her şeyi. Bazen ben oluyorum ondan dışarı bakan. Bazen dışarda kalıyorum; birisiyle göz göze geliyoruz; ürkek, hiç mutlu olmamış bir adam oluyor o camda. Acı ve hüzün akıtıyor bakışlarıyla sokağa. O ben değilim bunu böyle bilin.

Hiç kimse sadece kendisi ile tanımlanamaz. İki boyutlu bir düzlemde enlem ve boylamın kesiştiği noktadasınızdır. Üç boyutlu bir yapıda enlem ve boylama yüksekliği de eklemek zorundasınız. Eğer uzaya çıkarsanız yerinizin tespiti için bir de zaman verisine ihtiyacınız vardır. Hayatın içinde nerede durduğunuz, kim olduğunuz, kişiliğiniz sizin dışınızda gelişen bir çok etmenle belirlenir. Hayatınıza giren insanlar tanımlar sizi. Hayatınızdan çıkan insanlar da. Gerçekse o kişiler sizi de sizin gerçeğinizi de değiştirir. Hayatınıza giren ve çıkan insanlar enlem ve boylamınız olsun, işiniz ve ya tutkunuz da yüksekliğiniz. Peki zamanı nasıl tanımlarsınız boyutlardan biri olarak? Lütfen zamanı düşünün. Zaman sizin neyiniz?

Akıp giden geçmiş anılarıma bakıyorum aklımda açılan bir pencereden. Yağmur çiseliyor. Dingin, temiz, ışıltılı bir yağmur. O pencerenin önünden koparamıyorum kendimi. Dışarıda trafik, insan kalabalığı, koşuşturma. Şimdi biliyorum ki ben aslında oradan dışarıya doğru değil içime doğru bakıyordum. Şimdiki zamana değil; şimdi nasıl geçmiş bir zamana bakıyorsam o anlarda da geçmiş bir zamanı işliyordum tenime. 

Şu anda baktığım pencere bana şöyle söylüyor; geçmişte yaşadığın her mutluluk mutlaka acıya dönüşecek. Ruhunda açılan boşluktan hüzün ile seyredeceksin anılarını. Hüzün, acı ve keder yokluktandır. 

Anlayacak ve yaşamadan ölmeyeceksin.