Bu haftaki konuğumuz öğretmen, ressam, şair ve ebru sanatkarı Mehmet Çiftbudak, hayatta yaşanan hadiselerle olgunlaşan insanın, bu olgunlaşma sürecinde sanat, şiir ve kültürle yoğrulmasının etkisini anlattı.

Şanlıurfa’nın münbid maneviyat ve kültür aleminde, hayata gözlerini açan ve kaderinde ne rüzgarlar, ne fırtınalar ile karşılaşacağını, hangi diyarlara yelken açıp da, hangi limanlara demir atacağını bilmeden, hayata merhaba  ile hayata başlayan bir öğretmen, bir ressam, bir şair ve ebru sanatkarı Mehmet Hadi Çiftbudak, bu haftaki konuğumuz. Yıllar önce Edirne’deki Trakya Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı, tarihi Sultan II. Bayezıd Külliyesi ki, Sağlık Müzesi’nde, ebru sanatının tanıtımı ve uygulamalı sergi çalışmalarında tanışmıştım. Son derece mütevazı ama çalışkan ve sanatı, kültürü, öğrenmeyi, öğretmeyi, bilgiyi paylaşmayı bir ibadet neşesi ile icra eden bir zamane dervişi idi karşımda duran sanatkar. Şanlıurfa’da 12 Eylül 1980 öncesi, politik ve dünün anarşi-bugünün ayrılıkçı Kürtçü terör unsurlarının tehditleri ile karşı karşıya kalan ve mağdur edilen bir sanatkar, bir vatanperver olan Çiftbudak; hayatını özetlerken; hz. Mevlana’nın ‘Hamdım, piştim, yandım.’ Sözünü dile getiriyor ama o ise ‘Hamdım, piştim ama daha yanamadım’ ifadesi ile hayatta yaşanan hadiselerin, insanın olgunlaşmasında ekişine vurgu yapıyor. Ve sanatın, şiirin, kültürün insanın, bu olgunlaşma sürecindeki etkisinin de, bizzat tecrübe ettiğini anlatıyor.

Çok yönlü bir insansınız. Öğretmenlik, resim, sanat, şiir, maneviayat, milli hassasiyetler ve yaşanan bir bedel. Nasıl bir aile ve çevrede yetiştiniz?

Peygamberler şehri ve Halil ül Rahman Peygamber makamı olan ve maneviyat, kültür, sanat, musıkinin hayatın her alanına sirayet etmiş, hala izlerini görebileceğiniz Şanlıurfa’da 1952 yılında doğdum. Aile olarak manevi bir atmosferde doğdum ve büyüdüm. Rufai tarikatına mensub bir ailede, o manevi hal ve kültür ile büyüdük. Okul yıllarında Mehmet Atilla Maraş okul arkadaşlığı ve daha sonra da Yaşar Duru gibi, bugün kültür ve sanat camiamızda hizmet eden isimler ile de dostluklarımız oldu.  Urfa demek edebiyat demek, şiir demek, musıki demek, gazel demek… Gerek geleneksel sıra gecelerinde, gerekse sohbet muhitlerinde, insan daha çocukken edeb ve ahlak ile maneviyat ile kültür ile büyüyor ve yetişiyor.  Biz de çok şükür, Allah nasip etmiş ve öyle bir muhitte doğduk ve büyüdük. Rahmetli babam Hafız Abdurrahman Çiftbudak’ın sohbetlerinde zikirler oldu, sohbetler olurdu. 11 yaşında babam vefaat etti. Daha çocukluk yıllarımda sürekli olarak haftada en az bir kere de olsa Halil ür Rahman Camii’ne giderdim.  Babam bize, Filibeli Ahmet Hilmi Efendi’nin, Amak ı Hayal adlı kitabından öyküler okurdu. Annem sürekli olarak Kur’an-ı Kerim okurdu. Çok şükür ki, iman, edeb ve ahlak içre bir aile ve muhitte doğduk ve büyüdük.

ham-insani-sanat-ve-hayat-pisirir

ALLAH’A HAKARET EDEN ÖĞRETMEN…

Ülkemizin siyasi olarak çatışmaların, silahlı saldırıların yaşandığı, yıllarda öğrencilik yaptık biz. Öyle zor şartlardı ki.  Milli ve manevi konularda o kadar, hassastık ki, o yıllarda, gençlik olarak ya da bir takım gençler olarak. Çocukluğumuzda bu hassasiyet ile yetişmiştik. Üniversite yıllarında da, bunun bedelini çok ödedik. Kimi canı ile kimi de sürgünler ile. Gaziantep Öğretmen Okulu’nda öğrenci iken sınıfta, bir hocamız Allah'a hakaret eder ve bir çok öğrenciden tepki gördü. Hoca bana da tahrik edercesine, aynı hakaretler ile bir takım sözler söylemeye devam etti. Önce sınıf, sonra okul karıştı... Ve ben ve arkadaşım, okulumuzdan sürgün edildik. Beni Bolu Öğretmen Okulu’na gönderdiler. Aslında bu üniversite  yılları öncesinde de, milli ve manevi konularda, devlet, millet hassasiyetine sahiptik. Aileden almıştık temel değerlerimizi ama ortaokul yıllarında da, bu konulara ilgili idik. Urfa’da bir gün bazı bizden gençler geldiler ve tanıştık. Onlar ile sohbet ettik ve beni Ülkü Ocaklarına davet ettiler ve bana ‘Eğer Sen, Allah'ına, bayrağına, ezanına, vatanına, milletine, devletine canın pahasına, her türkü tehdide karşı koyabiliyorsan, bu şuura sahipsen, sen iman sahibi, ahlak sahibi, çalışkan bir öğrencisin, geleceğe doğru milletin ve ailen adına, kendi adına hedeflerin var. Ve olmalı da…’’ Minvalinde, bazı hedefler koydular önüme. Uzun uzun çay ile birlikte bu ve benzeri sohbetler beni çok etkiledi. Ondan sonra, derslerime daha fazla ağırlık veremeye başladım. Ben daha çok kültür, tarih, edebiyat, sanat ve din ile alakalı kitaplar okumaya başladım. Bu sevgi, bu ideal çok güzeldi ama bir bedeli olmalıydı, oldu da. Ayrılıkçı terör mensupları tarafından takip ve tehditler artmaya başladı ki, daha ortaokul öğrencisiyim. Suçum nedir; ‘Sen ülkücüsün ve vatan, millet, devlet, din..’ Bu günkü, Kürtçü ayrılıkçı-terör örgütü, o yıllarda da, terör estiriyordu ve kendi görüşünden olmayan Türk, Kürt demeden saldırıyor, tehdit ediyordu. Bendeniz ve arkadaşlarım da, örgüt ve yandaşlarının tehdidi altında idik. Bu tehdit, baskı ve saldırılar öylesine arttı ki; bir çok ağabeylerimiz ve arkadaşlarımız hain ve kalleş kurşunlara, suikastlere kurban gittiler, şehit oldular. Kimileri yaralandı, kimileri de doğdukları büyüdükleri terk etmek zorunda kaldılar. Benim gibi. Bedeli çok ağır olsa da… Allah’a çok şükür ki; dün de, bu gün de Urfa her zaman, şanını, kahramanlığını her zaman gösterdi, bu vatanın asli ve vazgeçilmez bir toprağı olduğunu, hemşehrilerim her zaman, dünya aleme ilan ettiler. Allah devletimize, milletimize zeval vermesin. He r zaman kardeşçe, birlik içinde yaşamayı nasip eylesin. Ebruculuğuma gelince, "Hamdım, piştim" ancak henüz yanmadım. Hayat da sanat da devam ediyor. Bakalım kaderimizde daha neler yazıldı, yaşayacağız ve göreceğiz.

EDEBİYAT VE ŞİİRE MERAKLI BİR MUHİTTE YAŞADIK

Resim ve ebru, şiir ve edebiyata ilginiz nasıl başladı?

Efendim, insan hayatında ailesi başta olmak üzere, en yakın çevresinden başlayarak, muhit onun ilgi sahalarının, meraklarının, hayata bakış ve duruşunun şekillenmesinde ve şahsiyetinin oluşmasındaki tesiri tartışılmaz. Bizim aile ve yakın çevre ve de aslında umumi olarak Urfa’nın, sosyal ve kültür hayatının, bizler üzerinde bu manada ciddi bir etkisi oldu. Daha ortaokul yıllarında tarihi romanlara çok ilgi duyardım. Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun yazmış olduğu Hızır Reis, Oruç  Reis gibi kitapları, Mehmet Akif Ersoy’un kitapları ve daha bir çok yazar ve şairin kitaplarını kütüphaneye giderek okurdum. Türk edebiyatı ve Hisar Dergilerini takip ederdim. O yıllarda ‘Esinti’ adında bir şiir dergisi çıkarmaya başlamıştık ve şiirlerimiz yayınlanıyordu. Edebiyatçıyım diyen zatın, edebiyat ile ilişkisi; Edebinin bile olmayışıydı. Yani edeb sahibi olmayan insan, ne kadar edebiyat ile sanat ile musıki ile ilgili olabilir ki?  Bu güzelliklerden edeb adına, ahlak adına, incelik adına, zerafet adına hiçbir güzellik alamadı ise, onun yazdığı şiir, yaptığı resim ya da bestelediği eser ne ifade edebilir ki? Bu millet okumalı ama önce öğretmenler ama önce akademisyenler ama önce sanatkarlar, ama önce musıki adamları okumalı, anneler okumalı, babalar okumalı, kitap ve kültür üzerine tv ve radyolarda daha fazla ve kaliteli programlar yapılmalı, ki çocuklar ve gençler gördün, alışsın, aşinalık olsun ve okusunlar. Düşünün okul yıllarımda, öğretmenler odasında bir sohbet arasında Ahmet Kabaklı Hocayı bir öğretmen, bilmiyor, tanımıyor ve adını dahi duymamış.

EBRU SANATI, BİR DERYA...

Siz resim üzerine eğitim aldınız ve resim öğretmenliği yaptınız. Ebru ile ilk tanışmanız nasıl oldu?

ham-insani-sanat-ve-hayat-pisirir

Ebru sanatına ilgim, 1977 yılında yayınlanan kültür-Sanat dergilerinde Hezarfen Necmettin Okyay’ın ebrularını görmem ile birlikte başladı. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünde Resim bölümünde okuduğum yıllarda idi ve ben ebru nereden ve kimden öğrenebilirim diye araştırmaya başlamıştım. O heyecan ile memlekete döndüm ve ebru teknesi açmaya karar verdim. Fakat ebru sanatının çok da dışarıdan görüldüğü gibi, çok da kolay olmadığını fark ettim. Bu sanatı ya bir hoca ya da bir kursta öğrenmek  ve geliştirmek gerektiğini anladım. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen ebru kursuna gittim. Ama bu kursta öğrendiklerim de bana yeterli gelmedi. Sürekli ebru üzerine çalışıyordum. Bu klasik Türk sanatının merkezi de hocalarının olduğu şehir de İstanbul’du ve o hocalar ile görüşmek ve öğrenmek üzere İstanbul’a gidip gelmeye başladım. Mahmut Peşteli, Yılmaz Eneş ve Fuat Başar’ın öğrencisi Eda Funda ve çalışmalarını takip ederek, ebru sanatının sırlarına vakıf olmak için çok gayret ettim ve hala da çalışıyorum, araştırıyorum.

BALKANLAR, EBRU SANATINA BÜYÜK İLGİ VAR

Balkan ülkelerinde de ebru sergileri açtığınız biliyoruz. Bu çalışmalarınız hakkında da bilgi verir misiniz?

Bulgaristan’da Türkiye Başkonsoloslukları daveti ile Kırcali ve Filibe’de defalarca sergi açtık. Sergi ile birlikte gittiğimiz ülke ve şehirlerde ebru sanatını anlatmak, öğretmek ve tanıtımını yapabilmek için, uygulamalı olarak çalışmalar yaptık.  Yunanistan’da da, Batı Trakya’da Gümilcine’de uygulamalı ebru sergileri açtık.  Kırcali olsun, Gümülcine olsun, sergilerimiz ve ebru yapım anlatım uygulamalarımız hem oradaki Türk kardeşlerimizden, hem de Bulgar ve Yunanistanlı sanatseveler tarafından büyük ilgi gördü.  Türk kenti olan Kırcaali’de ve Gümülcüne’de olmak bana ayrı bir haz ve mutluluk verdi. Defalarca gittik ve büyük bir memnuniyet ile de hizmet etmeye de gayret ettik. Çünkü oralarda, kendimizi hiç yabancı hissetmiyordum ve yorum, öyle ki insan kendi öz evladını, babasını veya kardeşini kaybeder. Ve gün gelir, onları tekrar bulur. İşte, ben de o bölgelere gittiğim zaman, o duygular içinde oluyorum. Vatanıma ve Bulgaristan’daki ve Yunanistan’daki soydaşlarımıza ve aziz Urfalı hemşehrilerime de, Edirne’deki dostlarıma da, sevgi ve selamlarımı gönülden iletmek istiyorum. Şanlıurfalı hemşerilerime gelince, gün olur onlar da, ebrularımı tanırlar.

DARÜŞŞİFADA TARİH CANLANDI, AMA!

Uzun yıllar tarihi Yıldırım Beyazıd Darüşşifası'da ebru sanatının tanıtılması ve öğretilmesi için, uygulamalı sergi çalışmaları yaptınız, ilgi nasıldı? Ya sonra ne oldu?

Edirne’de bir süre Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen ebru kurslarında, ebru hocalığı yaptım. Deveci Han’da atölye Daha sonra, Edirne’de bulunan İkinci Beyazıt Külliyesinin Sağlık Müzesi’nde yaklaşık, 8 yıl ebru yaparak, bu Türk sanatının tanıtımı ve yaşatılması için gayret sarf ettim. Edirne’de bulunan İkinci Beyazıt Külliyesinin Sağlık Müzesi’nde, Trakya Üniversitesi Rektörlüğü talimatı ve izni ile yaklaşık 20 yıl ebru yaparak, bu Türk sanatının tanıtımı ve yaşatılmasına katkıda bulunmaya çalıştım. ham-insani-sanat-ve-hayat-pisirir-Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, akademisyenler, sanatçılar ile yurtiçi ve yurtdışından müzeye ziyarete gelen binlerce insana, ebru sanatına ilgi uyandırmaya gayret sarf ettik. Fakat yeni atanan Trakya Üniversitesi Rektörü talimatı ile 20 yıl hizmet verdiğimiz, müzeden çıkartıldım.  Eşim Sevim Hanım ve kızım resim öğretmeni Bağdagül ve eşi Sezgin Arslan da, ebru sanatına hizmet verdiler. Benim çalışmalarımda onların da, emek ve katkıları çok büyük sağolsunlar. Fakat, maalesef ebru sanatını öğretebileceğimiz bir mekan olmadığı için, şu anda ancak kendi imkanlarımızla ve dar bir çevrede çalışma ve tanıtım  yapabiliyoruz. Bu da çok güç. Esasında Edirne gibi, tarihi ve köklü bir kültür ve turizm potansiyeli olan bir şehirde, bu ve benzeri sanatların tanıtımı, yaşatılması ve öğretilmesi için, sanatkarlara destek olunması ve imkan sunulması gerekir ki, toplum sanata  duyarlı olsun, sanata ilgi göstersin.

SEN BİR MELEKSİN

Şarkılarım yarım kalan dudaklarnda
Bir umut takılsın ayaklarına gecelerin
Bir hüzün rüzgarı esmeli arzularına inat
Karanlık geceleri sevmelisin
'Thos vere the days' çınlamalı kulaklarında
Dön, dön işte pişmanım demelisin
Oysa yemin ederim
Hiçbir sevilene, nasip olmamıştı
Senin kadar sevilmek
Doluydu gözlerim, gözlerine baktığında
Tedirginliğim ile eğlenirdin
Çıldırasıya sevmiştim, delicesine sevmiştim seni
Şakaklarımda duruyor hala, o gizli gözyaşları
Silinmez, silemem, silemezsin
Şarkıların yarım kalsın dudaklarında
Bir umut takılsın ayaklarına gecelerin
Bir hüzün rüzgarı esmeli arzularına inat
Sonra yemyeşil bir şiir dökülmeli gözlerinden
Sen meleksin

KAÇAK

Ben Güneydoğulu
Bizim memleket sıcak
Zincir kırmış yüreğim
Ben Güneydoğusu'ndan kaçak
Ben Güneydoğuluyum kızım
Hiç gün doğmaz gecelerine
Sen diye, türkü yaktım ekmek üstüne
Tabiat kanunu bu sanki
Ekmek senden yüce olacak
Ben Güneydoğuluyum kızım
Ellerim nasırlı nasırlı
Ellerim çatlak
Yürekler zincirli burda
Yürekler kurşuna dizilmiş
Yürekler bıçak
Ben Güneydoğulu
Yüreğim zincir kırdı bu kez
Aşkın yüreğimde bıçak
Ben Güneydoğusu'ndan kaçak

MEHMET HADİ ÇİFTBUDAK KİMDİR?

ham-insani-sanat-ve-hayat-pisirir-3

1951 yılında, Şanlıurfa doğdu. Şanlıurfa’nın manevi kültür mimarlarından Hafız Abdurrahman Çiftbudak’ın oğludur.  Şanlıurfa’nın kültür, sanat ve milli-manevi muhitlerinde bulundu. 12 Eylül 1980 öncesi siyasi şartlarında, bölücü akımlar tarafından hedefi haline getirildi ve ana-ata toprağı Şanlıurfa’dan göç etmek zorunda kaldı. Gaziantep Öğretmen Okulu ve  İstanbul Eğitim Enstitüsü Resimişi Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Uzun yıllar çeşitli illerde resim öğretmenliği yaptı. Ebru  sanatı ile ilk defa İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünde resim okuduğu yıllarda sırada tanışıyor. Fuat Başar, Mahmut Peşteli ve Yılmaz Eneş’i ve Eda Funda’yı teorik ve pratik olarak takip ederek, kendisini geliştiriyor. Milli Eğitim Bakanlığı Ebru kurslarına da katıldı. 1978 yılında Trakya’ya yerleşti. Edirne’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen ebru kurslarında, ebru hocalığı yaptı. Daha sonra, Edirne’de bulunan İkinci Beyazıt Külliyesinin Sağlık Müzesi’nde yaklaşık, Trakya Üniversitesi Rektörlüğü talimatı ve izni ile yaklaşık 8 yıl ebru yaparak, bu Türk sanatının tanıtımı ve yaşatılmasına katkılar sağladı.  Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, akademisyenler, sanatçılar ile yurtiçi ve yurtdışından müzeye ziyarete gelen binlerce insana, ebru sanatını tanıttı. Fakat yeni atanan Trakya Üniversitesi Rektörü talimatı ile 8 yıl hizmet verdiği müzeden çıkartıldı. Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından 2016 yılında,  ‘Ahde Vefa’ belgesi ile ödüllendirildi. Yurtiçi ve yurtdışında Balkan ülkelerinde uygulamalı ebru sergiler açtı.