Türkiye, 2018'de Rusya'da yapılacak Dünya Kupası'nda yok. İzlanda yenilgisiyle havlu atan Milli Takım, Finlandiya'da formalite karşılaşması oynayacak. İzlanda karşılaşması öncesi, Türkiye'nin gündemi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in istifa edip etmeyeceği üzerine kurulmuştu. O günkü yazımı "Melih Gökçek mi önce gidecek Yıldırım Demirören mi?" diye bitirmiştim. 

İnsanların kendisini dünya ve ülke gündeminden soyutlayıp kafa dinlemeyi tercih ettiği bir pazar gününde, gelin hep birlikte neden son 20 uluslararası turnuvaya A Milli Futbol Takımı'nın 5 kere katılabildiğini, sadece bir tanesinde varlık gösterebildiğini konuşalım.

Türkiye'de futbolun, ülkeyle ilgili tüm hadiselerden daha fazla konuşulduğunu hepimiz biliyoruz. Olayı futbol takımlarından soyutlayıp, renklerden ve isimlerden arındırıp sadece kırmızı-beyaz üzerinden konuşmakta fayda var.

* * * 

Futbol, dünyada dev bir görsel endüstri oldu. Global ölçekte adını duyurmak isteyen ülkeler, markalar futbola devasa bütçeler ayırıyor. Ama öyle parayı havaya saçmıyor. Planlı, programlı ve uzmanların söz sahibi olduğu stratejiler çerçevesinde yapıyor bunu. Rus milyarder Abramoviç'in adını da İngiltere'nin ünlü kulübü Chelsea F.C.'yi satın alınca duymadık mı? Şimdi aynı yolu Katar izliyor. Çin de birkaç yıldır futbola büyük yatırımlar yaparak dünyada "sempatik" bir imaj yapmaya çalışıyor.

Türkiye'nin böyle bir lüksü yok. Ama sporda elde edilen başarıların, milyarlarca dolarlık bütçeli tanıtım kampanyalarından çok daha verimli sonuçlar doğurduğunun farkındayız.

Özellikle Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan oluşunun ardından sporda büyük bir hamle başlamıştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, Spor A.Ş.'yi kurarak bir ivme kazandıran Erdoğan, Başbakan olduktan sonra da büyük önem verdi spora. Özellikle futbol dışı bıranşlarda Ödül Yönetmeliği'nde değişiklik yaparak teşvik edici adımlar attı. Altın madalya almak sadece gurur değil, keselerce altın da kazandırmaya başladı sporcularımıza. Devşirme sporcuların yolu da, bizim çocuklarımıza örnek olsunlar diye açılmıştı. Devlet sporcu teşvik ederken, dağıtılan ödülün cazibesi, doping gibi yollara başvurarak yüzümüzü kızartanlara da yolaçtı. Bu, tamamen kişilikle alâkalı bir şey. İnsanın olduğu her yerde suistimal olabiliyor maalasef.

* * * 

Gelelim futbola...

Türkiye Futbol Federasyonu, yasa gereği özerk ve siyaset açıkça müdahale edemiyor. TFF yönetimini, spor kulüpleri, eski futbolcular, hakemler vs.'den oluşan delegeler seçiyor.

Yıldırım Demirören de seçimle gelmiş "özerk" bir federasyon başkanı. Listesini kendisi yapmış, kurullarını kendisi oluşturuyor ve 2012'den bu yana futbolun patronu...

Futboldaki sorunlarımız ise, sadece Demirören dönemine özgü değil. TFF Başkanı ve kurullarının atamayla tayin edildiği dönemlerden bugüne aşırı profesyonelleşme dışında pek fazla yol gidemedik. 

Genç nüfusu bu kadar yüksek olan bir ülkenin, bırakın diğer spor dallarını; halkın en fazla rağbet gösterdiği futbolda bile geniş bir öz kaynağa sahip olamaması bir "sonuç"tur. Uzun yıllardır devam eden sistemsizliğin, kısa vadeli düşünen yöneticiler tarafından "sistem" haline getirilmesidir asıl sorun.

Yabancı futbolcu sınırı artırılınca, Süper Lig'de mücadele eden takımlarda ilk 11'e giren yerli futbolcu sayısının 2'ye 3'e kadar düşmesi de bu sistemsizliğin sonucu.

* * *

Türkiye 2018 Dünya Kupası'na gidemiyor ve daha şimdiden "Önümüzde 2020 Avrupa Kupası var" hedefleri çizilmeye başlandı. Bırakın 2020 Avrupa Kupası'nı, bu kafa ve sistemle 2050 bile Türkiye için hayal.

Türkiye genelinde binlerce amatör kulüp var. Bu kulüplerde 7 yaşından 25 yaşına kadar forma giyen futbolcu var. Para kazanma amaçlı kurulan futbol okullarını bir kenara bırakın, amatör kulüpler iyi bir şekilde düzenlense ve oralardan gelen çocuklar futbolun basamaklarını yetenekleriyle doğru orantılı çıkabilse tüm sorun çözülecek aslında. 

Ama, kahvecinin, emlakçının, çay bahçesi işletmecisinin başkanlık yaptığı, yerel yönetimlerle iyi ilişkiler sayesinde devranın döndüğü bir yapı var amatör kulüplerde.

Hakem havuzumuz o kadar daraldı ki, Süper Lig'de bile hep aynı isimler üzerinde dönüyor tartışmalar. Arkadan daha genç ve umut vaadeden bir hakem gurubunun geldiğini de kimse söyleyemez... Profesyonelleşen hakemlerimiz, kendi içlerinde rekabet edemez duruma gelmiş çünkü nasıl olsa her hafta maçları garanti. Aynı haftada 5 hakem büyük hatalar yaptığı için kızağa çekilse, maç yönetecek hakem bulunamayacak neredeyse...

Tribünleri hizaya sokacak, sporun ruhuna gölge düşürenleri bireysel anlamda cezalandırıp, toplu cezalandırmanın önünü kapatacak 6220'deki uygulama aksaklıklarını hiç anlatmıyorum bile.

Kısaca; Türkiye'nin futbolunu sil baştan yeniden yapılandırması, önümüze hedef olarak 2020 Avrupa Kupası'nı değil, geleceği planlayacak sistemli bir yapıyı hedef almak zorundayız. Futbolu, futbolun içerisinden gelmiş amatör ruhlara emanet etmeliyiz. Ama onları da sağlıklı bir projenin en iyi uygulayıcıları olarak seçmeliyiz.

Futbolun içinden gelen Gençlik ve Spor Bakanı Dr. Osman Aşkın Bak'ın ajandasında böyle bir hazırlık var mı bilmiyorum. Ama "özerk yönetim" masalıyla futbolun devasa kaynaklarının havaya saçılmasına daha fazla göz yumulmamalı. Türk futboluna bir an önce, hatta hemen tepeden tırnağa neşter vurulmalı...