Savaşların hepsi kötüdür ama bazı savaşlar kaçınılmazdır. Ortadoğu'da süren savaşlar, "çirkin" ve "kişiliksiz" savaşlar olarak kan akıtmaya devam ediyor. Halkların savaşı değil, emperyalizmin, büyük şeytanın savaşı olduğunu vurgulamaktan yine kaçınmayacağım. Çünkü, Irak'tan Libya'ya, Yemen'den Suriye'ye hiç bir halkın kazancının olmadığı bir savaş sürüyor bölgede. Etnik, dini, mezhebi tanımlamalarla oluşturuluyor cepheler ve "etle tırnak" birbirine kanırta kanırta geçirilerek akıtılıyor kan.

Afrin'e dönük olarak TSK öncülüğündeki ÖSO kuvvetlerinin başlattığı "Zeytin Dalı Harekâtı" henüz dördüncü gününde. Eğer koştura koştura Ankara'nın yolunu tutan ABD'li diplomatlar, sorunun çatışmasız çözümü için gerekli adımları atmazsa uzun süre de devam edecek. Suriye savaşının en büyük yükünü taşıyan Türkiye'nin ısrarla vurguladığı "güvenli bölge" konusu, ilk kez ABD'nin gündemine geldi. 

ABD Dışişleri Rex Tillerson Afrin operasyonu başladıktan sonra, Türkiye'nin meşru güvenlik kaygılarını gidermek için birlikte neler yapılabileceğini görmek istediklerini söyledi önce. İlerleyen saatlerde bir açıklama daha yaparak Suriye'nin kuzeybatısında oluşturulabilecek "güvenli bölge" konusunda ABD'nin Türkiye ile birlikte çalışmayı umduğunu belirterek hem Ankara ile hem de "sahadaki güçlerle" bölgede nasıl istikrar sağlanabileceğine dair görüşmeler yaptıklarını vurguladı. 
Ardından ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Jonathan Cohen başkanlığındaki heyet, Ankara'nın yolunu tuttu ve çeşitli görüşmeler yaptı. Ankara'yı, kamuoyunun "geri adım" olarak kabul etmeyeceği bir formüle razı etmek istiyor ABD. Bunu, Afrin'i PYD'den arındırma sözü vererek yapmaya çalışacağı belli. Fakat, ne Washington'un ne de Pentagon'un, bölgedeki hedeflerinden uzaklaşacak bir adım atması mümkün değil. 

ABD ile müttefik kalmak uğruna yapılan yanlışların bugünleri getirdiğini hiç bir zaman unutmamak ve sürekli olarak masada önlerine koymak, diplomatik müzakerelerdeki en büyük kozumuz. Bir kez daha yanıltılmaya, sözlü vaadlerle oyalanmaya tahammülümüz yok artık...

* * *

Ankara, bir yandan harekâtı en güvenli şekilde yürütmekle sorumluyken, diğer yandan ABD, Rusya ve İran'la güçlü bir diplomasi yürütmek zorunda. Savaşta, sahada ne kazandığından çok, sonrasında kurulan masada elinde ne kaldığı önemlidir. Türkiye'yi yöneten kadro, değişik vesilelerle "Suriye'nin bir karış toprağında gözümüz yok" ve "Bu harekât Kürtlere karşı yapılmıyor" sözünü vurgulamaya başladı. Çünkü, askeri harekât sürerken, psikolojik harekatın yıkıcı etkilerine karşı "paratoner" kurmak da şart.

Afrin harekâtının, El Bab'a kadar geniş bir koridor açan Fırat Kalkanı'ndan en büyük farkı, Şam yönetiminin tavrının birçok dengeyi değiştirecek olması. Afrin'in üç tarafı Türkiye ve desteklediği güçler tarafından kuşatılmış vaziyette. Ama Şam yönetimine açılan bir kapısı var Afrin'in. 

Suriye'de Esad yönetimine yakın isimlerden, Baas partisi üyesi siyasi analist Afif Della, Şam'ın yaklaşımını BBC Türkçe'ye yorumlarken "Suriye hükümeti içinde PYD'yle ilgili farklı yaklaşımlar yok" diyor ve devam ediyor:
"Bugün PYD, ABD tarafından doğrudan desteklenen, sahada ABD'nin gündemini hayata geçirmek için çalışan yasadışı bir örgüttür. ABD'nin onları neden desteklediklerini biliyoruz. Suriye topraklarını bölmek istiyorlar, federalizm projesini destekliyorlar. PYD maalesef bir araçtır. Maalesef diyorum çünkü sonuçta Suriyelidirler."

Bu, Türkiye ile Şam'ı aynı eksende buluşturan bir bakış açısı. Şam yönetimiyle "dolaylı" haberleşmelerin ötesinde işbirliğine gitmenin aslında tam zamanıdır. Suriye'nin bütünlüğü ve tüm Suriye vatandaşlarının asırlardır yaşadığı topraklara dönmesini sağlayacak formülleri el ele üretmenin yolları aranmalıdır. Ortak dil bellidir: Terör örgütleriyle mücadele...

Senin teröristin, benim teröristim ayırd etmeksizin yapmak zorundayız bunu. 

* * *

Zeytin Dalı harekâtının göstere göstere geldiğini, ABD'nin de, Rusya'nın da bu harekâtın yapılmaması için ciddi bir adım atmadığını hepimiz fark ettik değil mi? Şimdi ardı ardına açıklamalar geliyor, resmi temaslar yapılıyor, telefonların biri kapanıyor, diğeri açılıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın meydanlarda haykıra haykıra duyurduğu harekât başladıktan sonra yaşanıyor tüm bunlar. Peki hiç düşünüyor muyuz, bugüne kadar susanlar neden birden bire harekete geçti? Türkiye'nin Afrin'e girmesi üzerine kurdukları farklı bir plan mı var yoksa emperyalist güçlerin? 

Elbette var... Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yaşayanlar ile Ankara arasındaki fay hattının derinleşeceğini umuyorlar. Onun için harekâtı "Kürt halkına karşı"ymış gibi gösterecek argümanları öne sürüyorlar. Onun için tüm psikolojik harp mekanizmalarını devreye sokuyor ve "sivil kayıplar olmasın" temennisini her açıklamalarında cümleler arasına sıkıştırıyorlar.

Türkiye'nin Afrin'de olmak için  ABD'den de, Rusya'dan da, İran'dan da fazla haklı sebebi var. Bu sebepleri anlatırken, "Harekât Kürtlere dönük değil" demenin ötesinde şeyler yapmak zorundayız. En başta da, sosyal medyada PYD lehine paylaşımlar yapanlar kadar, silahlarla poz veren "sivil" unsurların "iç barışı" tehdit eden paylaşımlarına da tepki göstermeliyiz. Unutulmasın ki, "düşmanlık" hiç bir zaman tek taraflı yürümez. Etle tırnak arasına batan "kıymık"ları ayıklamak, cephede savaşmaktan daha zordur...