Bugün okullar açılıyor. Ülkenin "geleceği" nesiller, hayata "eğitimli" birer birey olarak başlamak için aileleri tarafından okula gönderiliyor. Bir yığın çözüm bekleyen sorunla birlikte başlıyor eğitim-öğretim yılı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Bizim zamanımızda TEOG mu vardı, kaldırılmalı" sözünün ardından, sınav sistemi de konuşulmaya başlandı. Muhtemelen TEOG kaldırılacak. Ama yerine ne konulacak? Yerine konulan, eskisini aratacak mı?

Gelişmiş ülkelerin yönetim sistemi ne olursa olsun, dikkat çeken bir özelliği vardır. Eğitim politikası, belli bir sisteme oturtulmuştur ve o sistem tıkır tıkır işleyerek ülkenin yeni nesillerini geleceğe hazırlar. Bireylerin geleceğini düzenlediği gibi, ülkenin geleceğini de tayin eder eğitim...

Bizde, her iktidar değiştiğinde yeni bir sistem getiriliyor. Her Milli Eğitim Bakanı, müsteşarı ve alt kadrolarıyla birlikte "büyük bir buluş" yapmış gibi, sisteme müdahale etmeyi öncelikli görev sayıyor ve "sil baştan" bir eğitim politikası hazırlıyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 16 yıla yaklaşan iktidarı döneminde de bu gelenek değişmedi. Kesintisiz ve güçlü iktidar döneminde Milli Eğitim Bakanları her değişen kabinede değişiklik gösterdi neredeyse. Eğitim sistemi de bundan payını aldı.

Eski dönemlerde "her hükümet değişiminde" yaşanan sistem değişikliği, AK Parti'de her bakan değişiminde yaşandı.

* * * 

"Hiç iyi şey olmadı mı" diyenleriniz çıkacaktır. Elbette oldu. Örneğin; ücretsiz ders kitabı dağıtımı, AK Parti iktidarının en çok destek gören icraatı oldu. 2002 seçimlerinin ardından oy oranındaki artışta, ücretsiz ders kitabı dağıtımının önemli bir payı olduğuna inananlardanım. 

Ancak, ders kitaplarının "özel sektör" eliyle hazırlanarak basılmasının pek hayırlı sonuçlar getirmediğini görüyoruz. Son çıkan "karikatür" krizi bağlamında söylemiyorum bunu. Ders kitabı hazırlayan yayınevlerinde hızlı artış ve aralarındaki rekabet, "çala kalem" hazırlanmış kitapları gündeme getirdi. Özensizliğin sonucu da, tıpkı "malum karikatür" gibi bir yığın hatayı doğurdu.

Geçmiş dönemlerde "imam hatip öğrencilerinin önünün kesilmesi" için konulan "meslek liselerine negatif ayrımcılığın" kaldırılması da çok isabetli bir karardır. Çünkü, o sistemden sadece imam hatipliler değil, ticaret ve meslek liseliler de olumsuz etkileniyor, yarışa 3-5 adım geriden başlamak zorunda kalıyordu. Ancak, bir yandan imam hatiplilerin geçmiş yıllarda uğradıkları mağduriyeti gidermek isterken, diğer yandan bütün okulları imam hatipleştirme gibi bir politika izlenmeye başlandı.

"Ne yani, yeni nesiller dinini, diyanetini öğrenmeden mi yetişsin?" diyenler olacağını elbette biliyorum. İyi de, yeni nesillerin dinini, diyanetini öğrenmesi için tüm okulların imam-hatip yapılması şart değil ki!.. Bunu "şart" görenler, imam hatip yapılmayan okullarda yetişenlerin dinsiz olacağını mı ima ediyor? Elbette değil...

Ülkedeki okulların büyük bölümünün "imam hatip" yapılmasını savunanların, kendi çocuklarını bu okullara gönderip göndermediğine bakınca neyi kastettiğim daha net ortaya çıkar. 

* * *

Gelelim asıl soruna. Yani eğitimin "kalitesi" sorununa. Teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği bir çağı yaşıyoruz. Bilgiye ulaşım artık çok kolay, ama o kadar da tehlikeli. "Kirli bilgi" ile "gerekli bilgi" arasındaki farkı seçebilecek nesiller yetiştirebilenler başarılı oluyor. Eğitim alanında "saygın" ülkeler zaten sistemlerini değil, metodolojilerini revize ederek çağa ayak uyduruyor. Teknolojide üst seviyede olan, daha doğrusu teknolojiyi üreten ülkelere baktığımızda, bunu eğitim sistemlerine borçlu olduklarını görüyoruz. "Montajcılardan" değil, "mucitlerden", "kurgulayıcılardan" bahsediyoruz. 

Ne yazık ki, bu ülke "Biz Müslüman bir ülkeyiz. Türkiye'nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ara teknik eleman ülkesiyiz biz. Ara teknik eleman yetiştirmeliyiz" diyen bakanlar gördük. Bakanlık koltuğuna oturmuş bir kişinin vizyonu buysa, alt kadrolarının eğitimi "ara eleman" seviyesinde görmesi gayet doğal değil mi?

Bırakın bu seviyede görmeyi, biz "Ben okumuş adamdan korkarım" diyen rektörler gördük. "Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır" diyen bir üniversite rektörüyle, nereye varabileceğiz, kimlerle rekabet edebileceğiz?

* * * 

Eğitimde halk arasındaki "makas" da hızla açılıyor. Düşük gelirli ailelerin çocukları "mahalle imam hatip mektebine" mecbur kalırken, orta seviyedekiler bir özel okula yöneliyor çocuklarının geleceği için. Daha üst gelir seviyesindekiler ise, "marka değeri olan özel okul" ve "yaz tatilinde yurt dışı kurslar"a yöneliyor. Dar gelirli ailelerin çocukları "herhangi bir üniversitede iş sahibi olabileceği bir meslek" peşinde koşarken, evinin önünde 3 arabası olanlar elbette Türkiye'de birkaç üniversiteden başkasını yok sayıyor. Gelişmiş ülkelerin üniversiteleriyle "dönemsel eğitim" işbirliği yapmış okullara yöneliyor. Ardından ver elini Avrupa ya da Amerika...

Açılan bu makas, Türkiye'nin gelecekte "beyaz yakalıların beyaz yakalı çocukları"nın yönettiği, "amelelerin amele çocuklarının" yönetildiği bir "kast sistemine" doğru götürüyor.

Türkiye'de 18-24 yaş arası 9 milyonluk genç nüfusun yüzde 36.4'ünün liseye ulaşamadan eğitimi terk ettiği gerçeğini de gözönüne alırsak, neyi anlatmaya çalıştığım daha net fark edilir...