Toplumun bir kesiminde tepki büyüktü ama konu ülke gündemine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "İslâm'da güncelleme" çıkışıyla oturdu. Erdoğan'ın bu çıkışı yaptığı konuşmadaki cümlesinin tamamını okumayanlar, farklı farklı anlamlar çıkardı "güncelleme" sözünden. Erdoğan o konuşmayı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın Dünya Kadınlar Günü Programı'nda yapmıştı ve ana öznesi kadındı. Kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaya çalışan, kadını sadece "günahları teşvik eden cinsel obje" olarak lanse eden ve neredeyse diri diri dört duvar arasına gömmeyi cevaz veren "din adamı" unvanı taşıyan güruhtu hedef.

CHP ve seküler düşünce sahipleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözünü "merdiven altı medreseleri"nin ulema geçinen tipleriyle aynı paralelde algıladı. Ya da, "mütedeyyin kesimden" bu şekilde destek alacaklarını umdular.

CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tepki göstererek "Allah'ın ayetlerini sorgulamak cumhurbaşkanının işi değil, Erdoğan'ın işi değil. Uyarmak benim işim değil, ayetler sorgulanamaz. Ayetleri sorgulamak kulların işi değil" dedi. Ama Erdoğan "Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişeceği inkar edilemez" diyerek "güncelleme" sözüne açıklık getirmiş, muradının ayetleri güncellemek olmadığını zaten net bir şekilde ortaya koymuştu.

Eğer Engin Altay, Mustafa Kemal Atatürk'ün tekke ve zaviyeleri kapatmasının, önce Mehmet Akif Ersoy'a, o vazgeçince Elmalılı Hamdi Yazır'a Kur'an-ı Kerim'in mealini yazdırmasının altında da böyle bir tartışmanın yattığını bilseydi, Erdoğan'a tepki göstermez, aksine desteklerdi.

Hatta bir adım ileri götürür işi, "İşte Atatürk, yetkin ulemaları devreye sokarak ahkâmı zamana uydurma hamlesi başlatmıştı. Ama sırf bu yüzden Atatürk'ü dinsizlikle suçlayanlar var. Onlara da bir iki laf edin sayın Cumhurbaşkanı" diye de taşı gediğine koyabilirdi.

Niyet üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek olunca, Cumhurbaşkanı'nın açtığı tartışma üzerinden Atatürk'ün hakkını teslim etme fırsatını da kaçırdı CHP...

* * *

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma günü sözlerine açıklık getirip, dinde reform çağrısı yapmadığını belirterek "Haddimize değil" dedi. "Allah'ın yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'de bize açıkça ifade ettiği hükümler asla değişmemiştir, değişmeyecektir. Dinimiz İslam ve kitabımız Kuran-ı Kerim, kıyamete kadar caridir. Bu da dinimizin ve kitabımızın bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kıyamete kadar gelecek olan tüm toplumlar, yaşanacak tüm hadiseler, ortaya çıkacak tüm yeni durumlar karşısında söyleyecek sözü olduğu anlamına gelir. Bunların uygulamadaki karşılıkları elbette zamana, şartlara göre değişecektir" diyerek netleştirdi "İslâm'da güncelleme"den neyi kastettiğini Cumhurbaşkanı.

Dahasını da yaptı. "Bu konularda tavır koyması gereken hocalarımızın bu kadar ilahiyatçılarımızın, muteber alimlerimizin ise ya sesleri çıkmıyor ya da sesleri duyulmuyor veya korkuyorlar. Niye korkuyorsun be kardeşim? Bir ilim erbabı korkar mı? Çıkacaksın gerçek neyse söyleyeceksin. Hiç kimsenin Türkiye'ye böyle bir kafa karışıklığı yaşatmaya dinimizi böylesine karikatürize etmeye hakkı yoktur" diyerek noktayı koydu. "Söyleyeceğim son söz" dedi ve "Dinimize gölge, leke düşürmek isteyenlere asla fırsat vermeyeceğiz ve sosyal medyada, şurada, burada saldıranlar olacak. Unutmayın, eğer haksızlık karşısında susarsanız dilsiz şeytan olursunuz" dedi.

Erdoğan gündeme getirmeseydi de, bu konu çok öncemli, can alıcı bir konuydu. Ama Cumhurbaşkanı'nın net bir şekilde tavır koyması ile önemli bir fırsat doğmuş oldu. Dinle ve dindarlarla bitip tükenmek bilmeyen bir hesaplaşma içerisinde olanlar için değil. Samimi bir şekilde inanan, ancak "kurgulanmış din"in algılarını bozması yüzünden şaşkınlığa düşen kesim için bir fırsattı.

* * *

Erdoğan "son sözüm" dedi ve konuyu gündemden düşüreceğini ilan etti. Ama bence bu konu gündemden düşmemeli. Bir önceki yazımda da net bir şekilde anlattım. ABD-İngiltere, 1700'lü yıllardan bu yana Müslüman toplumlarda birçok mekanizmayla yürürlüğe koyduğu "paralel din"i yeniden formatlıyor. Türkiye'de, insanların tüm yaşam alanlarını daraltan, kadınları dört duvar arasına hapsetmeyi emreden, çocuk geline fetvayla ruhsat veren ve hatta "katli vaciptir" hükmünü verme hakkını kendisinde gören "tip"lere bakın. Hepsi, İngiltere'de "Ilımlı İslâm" görüşmeleri yapan Suud veliahtına bağlı teşkilatlarla göbekten birbirine bağlıdır. Suudi Arabistan'ın yıllardır İslâm ülkelerindeki dini teşkilatlarda hakimiyet kurmasına yol açan Rabıta'yı izleyin, bu tipler çıkar karşınıza. Erdoğan'ın konuşmasında hedef aldığı kişiler, aynı zamanda "güncelleme" sözüne ilk tepkiyi de verenler ile aynı teşkilatta yer alanlardır. Altını biraz kazıyın "Keşke Yunan galip gelseydi" zihniyeti çıkar karşınıza. Biraz daha kazıyın Atatürk'e, Mehmet Akif Ersoy'a "dinsizlik" ithamında bulunanlar çıkar. Az daha kazıyın, "İngiliz ve Yunan orduları hilafet ordularıdır. Asıl başı ezilecekler, Anadolu'daki asilerdir" fetvasını verenler çıkar ortaya...

Konu, gerçekten hiç basit değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir dönem sık sık dillendirdiği "Alisiz Alevilik" gibi, Sünni kesime "Kur'ansız İslâmiyet" dayatan bir güruh var. Selefi-Vahhabi hükümlerini, İslâm'ın kendisi gibi dayatan güruh. Irak'ı, Suriye'yi, Libya'yı, Nijerya'yı, Somali'yi ve birçok ülkeyi kana bulayan ve "Allahüekber" diyerek "Allahüekber" diyenleri öldüren grup... Bu tartışma burada bitmemeli.