Biliyorum, bugün yine her zamanki gibi Atatürk'ün gölgesine sığınan "asalaklar"ın vıcık vıcık güzellemeleriyle dolu bir gün olacak...

Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatıyla ilgili sadece karga kovaladığı çocukluk yıllarını, bir de Çankaya Köşkü'ndeki sofralarını bilenler, irin dolu kalplerini işaret ederek "Ölmedin, içimizde yaşıyorsun" diyecek...

Geçmiş yıllarda olduğu gibi, yine Atatürk'ün bitmeyen karizmasından nasiplenip, siyasi rant devşirmek isteyen iki yüzlüler, Anıtkabir'de veya anma etkinliklerinde boy gösterecek, riyakârlık abidesi olarak insanlığın utanç müzesinde bir kez daha yerlerini alacak.

Biliyorum, Atatürk bugün yine kendisini hiç anlayamamış, fikirlerini özümseyememiş, hatta çizdiği ufku daralta daralta ona en büyük ihaneti etmiş olanların diline pelesenk olacak.

Atatürkçü gözükmenin, bu ülkede siyasi prim yaptığı dönemlerde ön saflarda yer almak için koşanlar, iklim değiştiğinde ilk işleri yakalarındaki rozeti çıkarıp yerine yeni semboller koyanlar yine bugün ön saflara koşacak. "En büyük Atatürk" diye ciğerleri yırtılırcasına bağırarak, kendilerini "En büyük Atatürkçü" göstermeye çalışacak...

Halkın, yalın, saf, tertemiz sevgisinin; her türlü karalamaya, yalan kampanyasına, rezilce, utanmasızca, ahlâksızca ve kahpece iftiralarına rağmen azalmadığını görenler de yönünü Anıtkabir'e dönüp, dili ağzının içinde şişe şişe "Aziz Atatürk" demek zorunda kalacak.

Bugün, sadece Atatürk'ün ölüm yıldönümü değil. Riyakârlığın, iki yüzlülüğün, şaklabanlığın, imaj sömürüsünün tavan yaptığı gün...

* * * 

Bugün, klasik bir Atatürk yazısı yazıp, sizlere onun ne kadar büyük bir komutan, devlet adamı ve yürekli bir önder olduğunu anlatmak isterdim elbette. O kadar çok "uydurulmuş Atatürk" var ki, hangi yanlışı düzeltip gerçeğini nasıl anlatacağımı bir türlü bulamadım. "Atatürk'ü sevmek ibadettir" diyerek onun manevi şahsiyetine en büyük darbeyi indirmiş olanlardan mı başlasam, yoksa bir imparatorluğun enkazının altında ezilen milleti yeniden ayağa kaldırarak bağımsız bir ülke kurduğu halde "hain, ajan" damgası vurmaya kalkan "kiralık" beyinlerden mi bilemedim.

57 yıllık ömrünün büyük bölümünü cephelerde savaşarak geçirmiş bir komutan, kurduğu ülkenin ekonomik, siyasi bağımsızlığı için kalan 15 yıllık ömründe büyük işler başarmış bir devlet adamıdır Atatürk.
Sanayi devrimini ıskalamış, bu yüzden yıkılmaya mahkûm olmuş bir ülkeden kalan vatanı, hızla sanayileştiren ve kendi kendine yeter hale getirmeyi başarmış bir devlet adamı...

Halkının her bireyinin eşit haklara ve fırsatlara sahip olması için Cumhuriyet'i kurup, tüm kurumlarıyla işler hale getirmeyi başarmış bir devlet adamı...

Bütün renkleri, desenleri, etnik, dini, mezhebi farklılıkları tek bir çatı altında "çatıştırmadan" toplayıp, aynı cephede omuz omuza savaşmasını, ardından barış içinde yaşamasını sağlamış bir devlet adamı...
Kısaca, milletini ve ülkesini her şeyden, herkesten fazla seven, bu sevgisinin gereğini de fazlasıyla yerine getiren, dünya halklarının emperyalizme karşı verdiği en büyük savaşı yönetip galibiyetle çıkan bir lider...

* * *

Ölümünün üzerinden 79 yıl geçmesine rağmen düşmanları bir türlü tükenmedi Atatürk'ün. Atatürkçü gözüken düşmanları bir kenara, bir de küfürbaz düşmanları var. Kökleri belli, secereleri ortada, sicilleri açık İngilizlerin gizli uşakları bunlar.
Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmasın, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan işgali tamamlanıp, Anadolu'nun da "sömürge" olması sağlansın diye kurulan İngiliz Muhhibleri Cemiyeti'nin bugünkü uzantıları...

İngilizlerin isteğiyle, "Yunan orduları hilafet ordularıdır, asıl başı ezilecekler Ankara'daki asilerdir" diye fetva verenlerin, "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen varisleri...

İslâm dininde bir insanı iffetsizlikle suçlayabilmek için en az 4 şahit gerekirken, bu şahitlerin de "cürmü meşrut" hale şehadeti şartken, utanmazca Atatürk'ün annesine dil uzatan, bunu da pişkin pişkin savunabilen İngiliz mantarları bunlar...

Atatürk'ün nezdinde bu ülkenin insanlarının büyük bölümüne söverken, kendilerini garantiye almak için "İslamcı" kılığına giren, kursakları kul hakkıyla, cepleri haram parayla dolu olan "mandacı"lığın gizli misyonerleri...

Osmanlı'yı sırtından hançerlemiş Suud aşiretine methiyeler düzmekten geri kalmayan, onların vahşi diktatörlüğünü "şeriat" diye saf, temiz insanlara pazarlayan ama başları sıkıştığında o ülkeler yerine Almanya'ya, İngiltere'ye kaçıp, onların kucağına yani baba ocağına sığınan yüreksizler...

Atatürk'ün elinin tersiyle ittiği "Hıristiyanlığa dayalı medeniyet" anlayışının savunucusu Samuel Huntington'un minik şubeleri bunlar. Teorisyenliğiyle "küresel çete"nin stratejilerini çizen Huntington'un Türkiye ve Atatürk'le ilgili sözleriyle bitirelim yazıyı. Belki bu sayede, Samuel Huntington ile bugün Atatürk'e sövenlerin, aynı ahtapotun değişik kolları olduğunu anlamanız daha kolay olur.

Şöyle diyor Hantungton:

"Eğer Türkiye Arap-İslam medeniyetinde birinci sınıf ülke olma rolünü üstlenmek istiyorsa, Rusya'nın Lenin'in mirasını terk etmesinden daha sert bir şekilde Türkiye'nin de Atatürk'ün mirasını reddetmesi gerekir."

Unutmayın; Atatürk, Osmanlı'nın mirasını reddetmemiş, borçlarını da üstlenerek yokluk içerisindeki genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ödemesini sağlamıştı...