Yarın bayram...

Milli bayramları kutlamıyoruz. Dini bayramları da tatil olarak görüyoruz.

Bayramların manevi kısmını unuttuk... Önce kaç gün tatil yapacağımızı hesaplıyoruz.

Eğer tatil uzunsa, hangi sahil kasabasına gideceğiz diye yer ayarlama telaşına düşüyoruz.

Bayram başlamadan yola koyuluyor, bayram bitince işimizin başına dönüyoruz...

Büyükleri ziyaret etmek, hastalara geçmiş olsun demek yok...

Anne babamızın bayramını bile telefonla kutlar olduk. Kimi zaman telefonla bile aramaya üşeniyoruz.

Kuru bir mesajla geçiştiriyoruz.

Mesaj derken şiirimsi havada, kimi zaman kendince duygusal ama içi boş, kes yapıştır gönder mesajları... Mesajlarda bile samimiyet yok.

Evlat anne babasını aramaz, sormaz...

Küçükler büyüklerini hatırlamaz... Yeğen; amca, dayı, halayı bilmez...

Attın mı uyduruk bir mesaj bayramı kutlamış oluyoruz...

Bayram sabahı ailece bir kahvaltı yapamıyorsak...

Kahvaltı sonrası çoluk çocuğumuzla büyüklerimizi ziyaret etmiyorsak...

Vefat eden aile büyüklerimizin mezarına gidip bir duayı esirgiyorsak...

Niçin "Nerede o eski bayramlar" diye hayıflanırız ki...

Eski bayramları güzel yapan eski olması değil, bayramların kıymetini bilen insanların varlığıydı...

Çocuklar kapı kapı dolaşıp şeker, çikolata veya helva toplardı...

Hiç kimse aman çocuğuma bir şey olur mu diye korkmazdı...

Şimdi çocuklarımız camdan bakamıyor, çünkü sokak tekin değil...

Komşuya bile güvenemiyoruz...

Bayramların tüm güzelliklerini bitirdik...

Manevi havasını unuttuk...

Aslında biz bayramların bayram olduğunu unuttuk...

Unutulmayan, bayram gibi bayramlar geçirmeniz dileğiyle...

***

Bayramlık kaban

Yaşlı adam bir giyim mağazasının vitrinine uzun uzun baktıran sonra ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına "Küçük" diye seslendi; "Bana biraz yardımcı olur musun?"

Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp koşarak gitti. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler tek kelimeyle dökülüyordu. Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra "Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim. Bakalım üzerine uyacak mı?" dedi.

Çocuk bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken rüyada mıyım diye içinden geçirdi, şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekleri giyerdi. Ona dar gelince ortanca kardeşine kalırdı. Birkaç sene sonra dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı.

Her zaman hasta dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. Şimdiyse ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik bayrama üç gün kala...

Çocuk yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde büyümüş olduğunu ilk defa fark etti. Hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk az önce oyunda ilk kez kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep en az elli misket alabilirdi. Yaşlı adam çocuğu sağa sola döndürdükten sonra elbiselerin paketlenmesini istedi.

Ve iş tamamlandığında tezgâhtara dönerek, "Elbiseleri torunuma alıyorum. Kendisine sürpriz yapacağım için onları bu çocuğun üzerinde denedim" dedi.

Çocuk bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi. Artık büyüdüğüne göre bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra üzerindekileri yavaşça çıkartarak, bir kenara fırlattığı eskilerini giydi.

Adam elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir çiklet parası vermek istediğinde onu yanında göremedi. Çocuk belli ki bu işten sıkıldı diye düşünmüştü.

Çocuk arkadaşlarının yanına döndüğünde bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı. Arkadaşları, "En güzel misketleri sen kazanmıştın. Niçin oynamıyorsun?" diye sorduklarında, çocuk inci gibi yaşlar süzülen gözlerini arkadaşlarından kaçırmaya çalışarak, "Misketlerim bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi. Bu yüzden onları bayramlık kabanımın cebine sakladım" dedi.

****

TEBESSÜM

Bir gün eksik

İki kişi sohbet ediyorlarmış. Biri diğerine tüm Ramazan boyunca hasta olduğundan yakınmış. Hastalığı sebebiyle sadece bir gün oruç tutabildiğini, diğer günler ne yazık ki oruç tutamadığını söylemiş.

Bektaşi de aralarında...

Bir ara dinleyici konumundaki Bektaşi'ye de sormuş;

- Erenler, sen kaç gün oruç tuttun?

- Ben de rahatsızdım, arkadaştan bir gün eksik tutabildim ancak...

****

GÜNÜN SÖZÜ

Bazı insanlar alçak gönüllüdür, bazıları da alçak olmaya gönüllüdür.

Necip Fazıl Kısakürek