Cumhuriyet döneminin önemli şairlerinden Gültekin Sâmanoğlu 11 Nisan 2003’de hayata gözlerini yumdu.  12 Nisan 2003 Cumartesi günü toprağa verdik. Aradan 17 yıl geçmiş. Zaman su gibi akıp gidiyor. Birkaç gün yardımını rehberliğini gördüğüm Sâmanoğlu’ndan söz edeceğim. Saygımı ve rahmet dileklerimi sunarken bugün bir dergide yayınlanan ilk şiirini konu edineyim: Bu şiir onun sanat dünyamıza vurduğu mührü oldu.

Çınaraltı yayınına 1947 yılında kısa bir ara vermiş, 1948'de Yusuf Ziya Ortaç'ın yönetiminde yeniden yayımlanmaya başlamıştı. Gültekin Sâmanoğlu imzasıyla, Çınaraltı dergisinde o günlerde yayımlanan "O Kadın" adlı şiir, bir güçlü şairin varlığını bütün sanat dünyasına duyurmuştu. İlk okunuşta ezberlenecek cinsten bu şiir, yıllar yılı canlılığını korudu. Eskimek bilmedi. "O Kadın" şiirinin özde, güzellikte yeniliği ve ustalığı müjdeleyen mesajı, şiirin ilk mısraında kendini bir ışık pırıltısı gibi gösteriyordu. “O Kadın” şiiri edebî sanatlara örnek olabilecek bütün özellikleri taşıyordu.

Sen ilk iftar meyvesi ramazan sinisinde,

Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım...

İşlenmemiş minyatür ıstırap çinisinde,

Hayal havzumun suyu ipek, ipek duvaklım;

Gençliğimi yıkayan hayat fıskiyesinde.

Harikulâde mahlûk benim çilek dudaklım,

Sen ilk iftar meyvesi ramazan sinisinde,

Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım.

Sen vuslat kâsesinden içilen yegâne mey

Her makamdan çalan saz, funda kokulu güzel!

Sen renklerin adağı, sen ey ateşli güney!

Dağınık saçlarınla, bulanık gözünle gel,

İçi masal büyülü raksınla gel, sen, sen ey!

Çubuğumdaki duman, ruhumdaki sıcak yel.

Sen vuslat kâsesinden içilen yegâne mey

Her makamdan çalan saz, funda kokulu güzel!

Yukarıya iki bendini aldığım “O Kadın” şiirinde aliterasyon sanatına örnek için ilk iki mısraında sıkça kullanılan “s” sesini gösterebiliriz. “Hayal havzumun suyu ipek, ipek duvaklım;” mısraında ipek kelimesinden hareketle “akis” yansıma sanatından söz edebiliriz. “İşlenmemiş minyatür ıstırap çinisinde,” o kadın, ıstırap çinisinde işlenmemiş minyatür değildir. Ama şair, daha güzel ve hayali bir nedene bağlamıştır. Bu sebeple “hüsn-i talil” sanatının olduğunu öne sürebiliriz.

“Sen renklerin adağı, sen ey ateşli güney!” Ülkemizin güneyi daha sıcak, elvan çiçeklidir. Bu yönden esen (kıble) rüzgârları nemli ve ılıktır. Türlü çiçek kokularını getirir, sevgilinin saçlarını dağıtır. Bu tatlı esinti yerine “güney” denilmiş ve istiare sanatı yapılmıştır.

“Hayal havzumun suyu ipek, ipek duvaklım; / Gençliğimi yıkayan hayat fıskiyesinde.” Öndeki mısrada geçen hayal havzuyla, altındaki mısrada geçen hayat fıskiyesi, bir biri ile alakalıdır. “Leff ü neşr (söz simetrisi) san’atından bahsedebiliriz.

“İlk iftar meyvesi, ramazan sinisi” şiirde gerçek değildir. Ancak, “O Kadın”a duyulan özlemin, oruçlu bir kimsenin iftar sinisindeki meyvenin özlemi gibi büyük olduğu anlatılmak isteniyor. O halde burada mecaz sanatı vardır.

“Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım...” Gönül bir başka anlatımla kalp düz bir organ değildir. Düz bir çizgide her hangi bir şeyin saklanması mümkün değildir. Kalp şekli itibariyle bir avuca benzetilebilir. Avuç içinde tutmak, saklamak, korumak mümkündür. Düşürmemek, sarıp sarmalamak, korumak çizgi olarak organların kavisli duruşuyla sağlanan eylemlerdir. Mecaz-ı mürselin varlığı düşünülebilir.

“Her makamdan çalan saz,” mübalağalı bir anlatımdır. “Kadın üstü kadın”, “Harikulade mahluk,” ve daha bir çok yerde mübalağa sanatı vardır.

Anılan şiirde birbirinden güzel teşbih sanatı örnekleri vardır. Birkaç örnek gösterebiliriz: “İftar meyvesi, ramazan sinisi, işlenmemiş minyatür, ipek duvaklı, funda kokulu, çilek dudaklım…”

Yarınki yazında Gültekin Sâmanoğlu’nun nezdinde  Hisarcıların felsefesinden söz edeceğim.