Dünkü yazımızda Aşık Ferrahî'nin hayatını anlatırken 1967 yılına gelmiş ve Konya Aşıklar Bayramında hangi türküyü çaldığı ve kızının da okuduğunu bugün yazacağımı belirtmiştim. Yıllarca dillerden düşmeyecek olan o türkü şöyleydi:  

Ela gözlü nazlı yari
Görem dedim göremedim
Boş kalmıştır kavil yeri
Varam dedim varamadım.

Gönlümün gülü nerede
Engeller durmaz arada
Emine'yle ben murada
Erem dedim, eremedim.

Şeker kaymak tatlı dili
Kınalamış nazik eli
Koynundaki gonca gülü
Derem dedim, deremedim.

Şahinim yok çıkam ava
Ne yaptımsa aldım hava
Kular gibi ben bir yuva
Kuram dedim kuramadım.

Gel derdini bana anlat
Ben kimlere edem minnet
Dediler ki, bağın cennet
Girem dedim, giremedim.

Mehmet Ali asıl adım
Ferrahî'yi pirle kodum
Gurbet elden dönem dedim
Duram dedim, duramadım...

Bu türkü ona, Türkü Dalında  Mihri Hatun, ödülünü kazandırmış. 1968'de ise yine kızıyla beraber türkü dalında Köroğlu birincilik ödülünü almaya hak kazanmış.  

Hastalığı giderek artmış. Son günlerinde, ziyarete gelen arkadaşlarıyla helalaşmış: 

''Neler geldi girdi benim düşüme
 Felek bu dertleri taktı peşime 
Bir yazı yazın ki mezar taşıma 
Ferrahî dünyada gülmemiş deyin'' 

Âşık Ferahînin son yılına ait izlenimlerini Türk Halk Şiirinin Altın kitabı adlı kitapta Mehdi Halıcı söyle yazmış: 

"...Âşık gırtlak vereminden, safra kesesinden muzdaripti. Se¬sini tamamen kaybetmişti. Bu nedenle onun eserlerini kızı Emi¬ne tatlı sesiyle dile getiriyor, babası da sazıyla ona eşlik edi¬yordu. Sesini kaybeden ozan Âşıklar yarışmasındaki (Atışma) dalına katılamadığını üzüntüyle belirtirdi.

Âşık Ferrahî halk şiirimizde (Hüzün) şairi olarak yer ala-caktır. Hiç bir şekilde yemek yiyemeyen ve tuzsuz ekmekten aldığı bir kaç lokma ile karnını doyuran Ozan bir deri bir kemik kalmış, onun bu hali duyarlığını daha da artırmıştı.

Şiirlerinde hep bu mahrumiyet  kahrını işlemiştir. Yi¬ne de öfkelenmeden içindeki ruh haletini dile getirmiştir. Onun için talihsizlik normal bir yaşama tarzıdır. Bu eksik¬lik ve yetersizlik onu güzel şiirler yazmaya itmiştir.

Çıkarttın alları kara bağladın
Yüreğini aşk oduna dağladın
Bir yar için on beş sene ağladın
Ey Ferrahî gül dedim de, gülmedin.

Âşık Ferrahî kalabalık bir aile topluluğunu geçindirmek zorundaydı. Bu, nedenle özellikle Adana, Urfa, Erzurum, Kars dolaylarında geziler yapmış ve Ozanlığının getirdiği üç beş ku¬ruşla geçimini güçlükle sağlayabilmiştir.

Fakat halini hiç kimseye anlatmaz, maddi sıkıntılarını giz-lerdi. Türkiye Âşıklar Bayramında düzenlenen ziyafetlerde bu¬lunup hiç yemek yiyememesi onun kadar orada bulunan tüm Saz Şairi arkadaşlarını da duygulandırır ve üzerdi. ..."

Yazımın başında belirttiğim gibi "Acıların çocuğu Ferahi, kırk beş yaşındayken onlarca türküyü halk türküleri repertuarına bırakarak 22 Nisan 1969 günü öldü. 

Âşık Ferahî türküleriyle,  halk müziğimize yeni bir hava getirmişti. Kendine özgü söyleyiş tarzını, dörtlüklerinin kısa örgüsüne ustalıkla işlemişti.  Tarzında uzatma ve tekrarlar yoktu. Açık seçikti. Besteleri taklit edildi. Keloğlan filmlerinde bile kullanıldı. Sözleri değiştirildi. Ama üzerindeki Ferahî'nin mührünü onun içtenliğini, içliliğini silemediler. 

Ve yıllar geçti Ulusal Kanal'da Türkülerle Yaşamak programında Âşık Ferrahi'yi konu edinecektik. Yapımcı Recep Ergül'e kızı Emine'den söz ettim. Onu bulmasını istedim. Sevgili Recep günlerce araştırdı ve sonucu bana bildirdi: 

"Ağabey, Emine'de babasının hastalığına yakalanmış ve ölmüş."

Değerli sanatçı, araştırmacı yazar Halil Atılgan'ın halk edebiyatımıza ve müziğimize yaptığı hizmetlerin en hayırlılarından biri Ferrahî'nin eserlerini top¬laması ve hazırladığı kapsamlı kitabıyla ölümsüz kılmasıdır. Bu nedenle Atılgan'a ne kadar teşekkür etsek azdır.