Sevgili okuyucular, birkaç gün geleneksel seyirlik oyunlarımızdan Karagöz’ü anlatacağım. Argolaşmış moda soru ile “Ne alaka?” diyenleriniz olacaktır.

Son yılların tiyatrosundan edebiyatına, televizyon şovlarından stand-up güldürülerine, bizleri eğlendiren sohbetlerine, taklitlerine, çizgi filmlerine, türlü animasyonlara kadar her şeyde geçmişimizin sanatlarının değişen, belki gelişen ama daha çok yozlaşan izlerini ya da türevlerini buluyoruz.

Tanzimat’ın getirdiği Batılaşma hareketiyle entel çevrelerde ilkel, modası geçmiş bulunan seyirlik sanatlarımız, bazı zamanlar ilgi odağı, özellikle ramazan aylarında vazgeçilmez olurken, kimi zaman ilgi ateşinin üzerini kül kaplamakta. Bu yıllar da öyle bir dönem içindeyiz. Külleri üflemeye titri ve esamisi olmayan dış kapının son mandalı bu fakirin gücü elbette yetmez.  Ah keşke bir Prof., Dr., Metin And, Haldun Taner, Abdülbaki Gölpınarlı, Selim Nüzhet Gerçek,  Sabri Esat Siyavuşgil yaşıyor olsalardı da bana hacet kalmasaydı. 

Karagöz’ün gölge oyunları geleneği içerisinde yüzlerce yıllık bir geçmişi var. Türk halk tiyatrosunun önemli bir kolu diyebiliriz. Gölge oyunları, başka ülkelerde de var olmuş, ama Karagöz, adıyla, tipleriyle, müziğiyle temalarıyla bizim.

Karagöz’ün eğlendirmek, seyredenlere hoş bir zaman geçirtmek, günlük sıkıntılardan uzaklaşmasını sağlamak gibi bir amacı olduğu söyleyebiliriz. Bunlarla birlikte, Karagözün asıl işlevinin, eğlendirirken düşündürmek, eğitmek, Türkçe’nin incelik ve kıvraklığını göstererek dili sevdirmek olduğunu söyleyebiliriz.

Karagöz oyunlarına, günlük yaşamın gülmece filtresinden görüntüsü diyebiliriz.

Geride bıraktığımız yüzyıl içinde  hızla batılaşma çabamız, Karagöz sanatının gözden düşmesine neden olan etkenlerden birisi olmuştu. 1900’lü yılların ilk çeyreğinden sonra tiyatro ve sinemanın ikinci yarısından sonra da televizyonun günlük hayatımızın bir parçası olmasıyla Karagöz etkisini kaybetmeye başlamıştı. 

Diğer taraftan, geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli özelliği olan doğaçlama geleneği terkedilmiş, bunun yerini batı tiyatrolarında olduğu gibi yazılı metinler almıştı. Yazılı metne bağlı kalarak oynatılan Karagöz oyunları, yeni oyunlar yazılamadığı için çağa ve insanların kültürel gelişimlerine ayak uyduramadı. Eskiden oynatılan oyunların aynısının tekrar tekrar perdeye getirilmesi insanların ilgisini azalttı. 

Karagöz sanatımız tarih kitaplarının arasında kalıp yok olmaması için, doğaçlama geleneğine geri dönülmesinin yararlı olacağını söylemek mümkün. 1966’dan sonra düzenlenmeye başlayan festivaller yarışmalar sonucunda bir çok başarılı Hayâlînin varlığı ortaya çıkmış, yeni oyunlar kaleme alınmıştı. Yazılan oyunların pek çoğu perdede oynamaya uygun olmasa da, konu tekrar gündeme gelmişti. Burada Ünver Oral’ın gayretini anlamlıyım.

Karagöz bütün traji komik unsurlarıyla halkı yansıtmakta. Hacivat ise bütün ironisiyle aydın kesimi. Karagöz saf, içi dışı bir, düşündüğünü bir art niyeti olmaksızın hemen dobra dobra söyleyen, biraz kaba ama sevecen, dürüst, dünyaya metelik vermeyen bir kişi. Yeterli öğrenim yapamamış, açık veya gizli işsiz, “cahil ataklığı” nedeniyle her olaya karışır, bu nedenle başına olmadık işler gelir. Hacivat ise günümüzün enteli. Birkaç yabancı dili bilen, bilgiçlik taslıyan, yaldızlı sözler eden, sözlerini felsefi ögelerle süsleyen, her yerde tanıdığı olan, her sıkıştığı durumdan sıyrılmasını bilen bir kişi. Diğer tipler de anlatıldığı zamanın, ortamın kişileri.

Sözlü gelenekten gelmesi, değişken ve esnek yapısı nedeniyle, Karagöz oyunları her tür konuyu işleyebilmekte. Bu nedenle hem küçüklerin hem büyüklerin ilgisini çekmiş. Zaman zaman toplumun beğenmediği siyasi kararları eleştirdiği ve devlet yöneticilerinin yaptığı uygunsuz davranışlarının sergilendiği de olmuş.

Bütün komikliklerle birlikte, Karagöz oyunlarının içeriğinde; perdesinin dünyaya, perdeden gelip geçen tasvirlerin insanlara benzetildiğini, arkada yanan ışığın sönmesiyle, görünmez hâle gelen tasvirler gibi, insanların da görünmez âleme göçtüklerini anlatan tasavvufi ögeler de yer almış.

Oyunlardaki, içinden çıkılmaz gibi görünen durumlar, sonunda çözüme ulaşmakta, bundan bir pay çıkarılması sağlanarak seyredenlerin mutlu, eğlenmiş ve dinlenmiş, yüzünde gülücüklerle tiyatrodan ayrılmakta.

Yarınki yazımda Gölge oyunlarının geçmişinden sözü Karagöz’e getireceğim.