Türkülerimize, halk şiirimize geçmiş mekânlar arasında yaylalar da var. Sözleri Pir Sultan'a ait olan türküyü hatırlarsınız:

"Şu karşı yaylada göç kater kater

Bir güzel sevdası serimde tüter

Bu ayrılık bana ölümden beter

Geçti dost kervanı eyleme beni   ...... "

Asker ocağından geçip de Şu türkü ile tempolu koşmayan var mıdır?

"Ay akşamdan ışıktır / Yaylalar yaylalar  / Yüküm şimşir kaşıktır / Dilo dilo yaylalar / Komşu kızını zapteyle / Yaylalar yaylalar / Bizim oğlan aşıktır / Dilo dilo yaylalar .... " 

Bu türkünün halay havcası olan bir başka varyantı şöyle başlıyor:

"Bu tepe karlı tepe /  Oy yaylalar yaylalar / İndim su serpe serpe / Oy yaylalar yaylalar...."

Karacaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun ve daha pak çok halk şairlerinin koşmalarında hep yaylalara göç vardır. Zaralı Halil'in sesinden "Ben böyle yaylaya yayla mı derim /  Başı bölük bölük kar olmayınca" sözlerini duyunca "vah! vah!" demekten kendinizi edemezsiniz. Ondan "Yaylalar yaylalar" ya da "Kösedağ yücedir Zara engini /  Yaylaya çıkarlar fakiri zengini" uzun havaları ile göğüs geçirir, burcu burcu yayla kokuları özleminizle sarmaş dolaş olur. Hele Toros yaylaları... Hemen aklıma geldi: "Yayla yollarında yürüyen gelin /  Allı şalvarını sürüyen gelin..." Bir başkası:  "Yayla yollarında galdım yalınız. / Eşe dosta malum olsun halimiz.... / Yayla yollarına yokuş dediler / Ak kızın koluna yapış dediler...."

Bu kadar türkü nostaljisini yeterli bulup asıl konuma gireyim:

Ülkemizin sosyo ekonomik yapısı içerisinde yaylalarımız yerini koruyor. Yaylacılık geleneği kaybolmaya yüz tuttu. Ama Türk toplumunda bıraktığı iz türkülerimizde yaşıyor.

Yakın zaman dilimine kadar yayla denilince aklımıza yemyeşil doğa, tertemiz hava, bol süt, yoğurt, tereyağı ve bu ürünleri sağlayan hayvanlar, sıra sıra çadırlar gelirdi. Çağlar boyu hayvancılıkla uğraşan atalarımız, besin ve giyim gereksinimlerini bunların ürünleri ile karşılamışlardı.

Yaylaya göç törenleri, yayla hayatı, inanışları, yayla gelenek ve görenekleri folklorumuzu zenginleştiren unsurlardı.

Ülkemizin güney yörelerinde nevruzla birlikte yaylalara göç hazırlıkları yapılırdı.  Karadeniz yöresinde 10 Mayıstan itibaren göç başlardı. Bütün Karadeniz yöresinde olduğu gibi Trabzon yaylaları geçmişten bugüne Trabzon tereyağının, peynirinin eşsiz üretim merkezleri oldular. Yaylanın bin bir çiçekten oluşan otu inekleri koyunları kuzuları besler, kekik kokulu yayla basması Trabzon tereyağının temelini oluştururdu. 

Biraz folklorumuzda yayla geleneklerinden söz edelim ve Yörüklerden haber verelim. Oba beyleri ve erkekleri göç başlamadan önce toparlanarak göç gününü kararlaştırırlardı. Bunun hıdrellezden önce olmasına özen gösterirlerdi. Salı ve Cuma günleri göç olmazdı. Kutsal yerler ziyaret edilir, bolluk bereket dilenir, kurban kesilirdi. Köy veya kasaba içindeki komşular ve ayrı yaylalara gidenlerle helalleşirlerdi.

Kara çadırlar onarılır, eskiyen bölümleri yenilenirdi. Göç yükü, kilim, keçe, minder, halı, yastık, süt-peynir ve yağ üretiminde kullanılan her türlü kap kacak, giyim eşyaları ve bulgur, şeker gibi erzak hazırlanırdı.

Göç öncesi hayvanlarla ilgili hazırlıklar tamamlanırdı. Kuzular sütten kesilir, otlakta otlamağa alıştırılırdı. Develer süslenir, çanları asılırdı. Deve ve katarlara göç eşyaları yüklenir, üzerine kilimler örtülür, kolonlarla bağlanırdı. Yağmurlu havalarda devenin yükünün üstüne keçe atılırdı.  Yaşlıların ve çocukların dışında Yörükler göçü yürüyerek tamamlardı.

Kadınlar, yayla göçü öncesinde yoğun bir hazırlığa koyulurlar, dokudukları bezlerden şalvarlar dikerlerdi.  On gün sürecek göç yolculuğu için yiyecek ve içecek hazırlamağa koyulurlardı. Yörüklerin başlıca yiyecekleri çökelek, söğüş, ballı yufka, kavurma, peynir, yufka ekmeği, süzme yoğurttu.

Kimi zaman yayla göçleri on günü geçerdi. Çobanlar önden sürülerle gider, arkadan eşyalarla beraber oba mensupları yürürlerdi.  Hayvanların otlayabileceği bir göç yolu seçilirdi. Sürünün zamanında sağılması için sürülerle insanların arası fazla açılmazdı...

Yarın geçmişten günümüze yaylacılıktan söz edeceğim.