TSK, ÖSO'yla birlikte İdlib'e girdi. Astana sürecinde alınan kararlar çerçevesinde yürüyen bir harekât bu. Müdahalede çok geç kalınmış, hatta "tuzağa" dönüştürülmüş bir bölge İdlib. Suriye PKK'sının kontrolündeki Afrin kantonu ile Halep'in Şam rejimi tarafından ele geçirilmesinin ardından El Kaide militanlarının toplandığı İdlib, Hatay'ı kuşatma altına almıştı. Emperyalist oyunların bozulduğu Kurtuluş Savaşı'nın ardından kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, savaşsız aldığı tek toprak parçası olan Hatay... Belki de, Diyarbakır'dan önce Türkiye'den koparılmak istenen Hatay...

İdlib dahil Suriye ve bölge için almamız gereken çok karar, atmamız gereken çok adım vardı. Türkiye'nin önceliğine göre alınması gereken kararlar ve atılması gereken adımlardı bunlar. Bunu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dile getirdi. Afyonkarahisar kampında "En doğudan Akdeniz'e oluşturulmak istenen bir terör koridorunu biz bozmak mecburiyetindeyiz, buna müsaade edemeyiz. Biz yeni bir Kobani yaşamak istemiyoruz ve bunu yaşatmayacağız" dedi. Devamında da şu cümleleri ekledi Cumhurbaşkanı Erdoğan: "İşte biz Suriye'yi gitmediğimizde Suriye bize geliyor. Kendimizi aldatmayalım bir gerçeği çok iyi bilmemizi lazım. 911 km Suriye sınırı. Ve burada çok ciddi bir devlet yapılanması ön çalışmaları var. Bugün biz buna sessiz kalırsak, ki geciktik, o zaman bu yapılanma orada tahakkuk edecektir."

Yıllardır gerek bu sütunda, gerek bulunduğumuz platformlarda aynı şeyi söylüyoruz ve bu yüzden işitmediğimiz azar kalmamıştı. 

Cumhurbaşkanı "Yeni bir Kobani'ye göz yumamayız" diyor ama Hatay'ın hemen yanında bir Kobani var zaten. Türkiye sınırını geçenin PKK saflarına katılıp, paralı asker olabildiği bir denetimsiz bölge... Yine Hatay'dan İdlib'e geçenin de anında El Kaide saflarına katılabildiği, "sözde" cihat için kan akıtabildiği bir alan. İşte TSK, ÖSO'yla birlikte El Kaide unsurlarına karşı savaşıyor şu anda İdlib'de. Suriye'nin kuzey ve doğusu hariç Halep çevresinden otobüslerle İdlib'e nakledilmiş 20 bin El Kaide kökenli silahlı terörist...

* * * 

ABD'nin Türkiye'ye dönük aldığı "vize başvurularını dondurma" kararı üzerine çok farklı senaryolar yazılıp çiziliyor. Kararın, İdlib operasyonuna karşı bir tavır olduğunu vurgulayan da var, ABD Büyükelçilik görevlilerinin "karmaşık ilişkileri" nedeniyle tutuklanmasına dayandıran da.

En tehlikeli yorum ise, eski bir diplomattan geldi: "ABD, 1 Mart tezkeresinin intikamını alıyor..." 

Devam ediyor o dönem ABD ile müzakereleri yürüten Büyükelçi: "1 Mart tezkeresi kabul edilmeliydi. Türkiye bu sayede Irak'ta olacaktı... Barzani'nin mecliste adamları vardı ve tezkereye hayır dediler..." Büyükelçi'ni, TBMM Başkanı'na çağrıda bulunarak 1 Mart tezkeresinin görüşüldüğü Meclis tutanaklarının kamuoyuna açılmasını istiyor. Bir tek bu talebine katılıyorum. Ama tezkerenin tam içeriğiyle birlikte.

Ağır silahlarla donatılmış 60 bin ABD askerinin Mersin limanından Irak'a kadar olan bölgede kendilerine özel lojistik nakil üsleri kurmasını ve Türkiye üzerinden Irak savaşına katılmasını içeriyordu o tezkere. İlk Körfez Savaşı'nda Çekiç Güç'ün konuşlandığı ve PKK'yı besleyip büyüttüğü bölgede 60 bin ABD askeri fink atacaktı yani. Büyükelçi, Çekiç Güç helikopterlerinin PKK mağaralarına ağır silahlar, jeneratörler, mühimmatlar taşıdığını unutmuş gibi konuşuyor. 
ABD'yi verdiği sözde duran bir devlet yerine koyuyor. "Fırat'ın batısında PKK olmayacak" sözünü tutmuş gibi...

* * *

ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin dayandığı dinamiklerden biri, yıllardır Batı'nın desteğiyle varlığını sürdüren Kürtçü terör örgütleriydi. Türkiye, 1 Mart tezkeresiyle topraklarının "sorunlu" bölümlerini ABD kullanımına açsaydı ne PKK'dan vazgeçeceklerdi, ne de Barzani'den. BOP'un ön hazırlık aşamasında Abdullah Öcalan'ı Türkiye'ye "idam edilmeme" şartıyla teslim etmeleri bile bunun en açık göstergesi değil mi?

Bugünlerde uygulanan stratejiler uzun yıllar içinde hazırlandı. Doğu Bloku'nun yıkılmasının ardından hedeflenen "Yeni Dünya Düzeni" çerçevesinde. Pentagon'daki Amiral Arthur Cebrowski ve yardımcısı Thomas Barnett, diğer tarafta ise Ulusal Güvenlik Konseyindeki Bernard Lewis ve yardımcısı Samuel Huntington'in düşünceleri çerçevesinde...

Samuel Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezinin odak noktasında, "Türkiye'nin Atatürk'ü reddedip yüzünü Doğu'ya ve bölgeye dönmesi" olduğunu da hatırlatalım bu arada. Bu yolda koşar adımlarla yürüdüğümüzü kim inkar edebilir ki? 
ABD'nin stratejisyenlerin fikirleri doğrultusunda hazırlayıp "kozmik oda"da tuttuğu yol haritasının en önemli ayaklarından biri de, "Hedef ülkelerin topraklarında terörün alan hakimiyeti kazanması ve merkezi yönetimlerin zayıflatılması"ydı.

Irak'a, Libya'ya ve Suriye'ye bakınca bu hedefin tutturulduğunu da görüyoruz.

1 Mart tezkeresi, projenin Türkiye ayağının çok kolay uygulamaya konulmasını hedefleyen bir "havuç"tan başka birşey değildi. 

Planın bölgedeki dinamiklerinden biri "devrimci" söylemlerle emperyalizme taşeronluk yapan Kürtçü terör örgütleri, diğeri de siyasal İslâmın değişik isimlerle ve "cihad" söylemiyle silahlı terör örgütlerine dönüşmüş hali. İkisi de taşeron, ikisi de ABD istihbarat örgütleri tarafından kurgulanıp yönlendirliyor. ABD'nin bundan sonraki hamlesinin "imzasını atmadığı" yıkıcı adımlar olacağını görmekte geç kalmasak bari.

Türkiye eğer yol haritasını bu gerçek ışığında hazırlamadıysa, yine Suriye ve Irak'ta tuzağa çekilmiş olacak. Artık algılarımızı yöneterek oluşturdukları ezberleri bozmak şart...