Yunus Şeyhine bir an evvel kavuşmak için gece gündüz yol alıyordu. Bu özlem zaman zaman dayanılmaz bir hal alınca onun sesi yükseliyor, Bir parça yorgunluk gösterdiğinde hemen kendi kendini uyarıyordu: 

Ömür bohçasının gülü solmadan,
Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.
Ecel bir gün bize haydi demeden,
Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.

Niçin gaflet ile mağrur olursun?
Kervan göçer gider, yolda kalırsın.
Be vallahi sonra pişman olursun,
Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.

Kaba döşekte yatma döne döne,
Mağrur olup uyuma kana kana.
İletirler seni karanlık sine,
Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.

Derviş Yunus söyler: Sözün tutulmaz,
Senin kumaş bu illerde satılmaz.
Böyle yatmak ile Hakk'a varılmaz,
Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.

Tekkeye geri dönmüş, Taptuk Emre'nin karısı Ana Bacıya sığınmış. Şeyhin kendi hakkındaki düşüncesini sormuş. Ana Bacı: 
"Yarın sabah namazında, şeyhinin yolu üzerine yat, gözleri görmediği için şeyh senin kim olduğunu bana soracak, ben de Ona "Yunus" diyeceğim, Eğer, "Bizim Yunus mu" diyecek olursa anla ki, artık çilen dolmuştur." 
Ertesi sabah Yunus, bu öğüte uyarak yola uzanmış. Şeyhi "Bizim Yunus mu?" diye sorunca, Taptuk'un ayaklarına kapanmış. O günden başlayarak şeyhin izniyle ilâhî şiirlerini de söylemeğe başlamış:
Taptuk'un tapusuna / Kul olduk kapısına / Yunus miskin çiğ idik / Piştik elhamdülillah. 
Artık ateş ve özlem günleri bitmiş, kavuşmanın zevkli âlemleri başlamıştı. Her şey yolundaydı. 
Yunus, aşkında şevkinde oladursun, her devirde ve her yerde görüldüğü gibi Tapduk dergâhında da bazı ham ruhlular vardı ki bunlar Yunus Emre'nin, dergâhına, şeyhine ve dostlarına vefasını, sadakatini, iyi niyetini bir türlü anlamadılar, hazmedemediler: Dediler ki: 
"Şu bizim derviş Yunus, her halde Tapduk Şeyh'in kızına âşık. Gözü yaşı onun için durmuyor ve onun için şeyhine bu kadar gönülden hizmet ediyor. İyice gözüne girecek de hazrete damat olacak!" 
Bu konuşmalar, gele gele Tapduk Emre'nin de kulağına geldi. Bir gün Yunus'u yanına çağırdı ve duyduklarını anlattı. 
Yunus'un hiç bir şeyden haberi yoktu Tapduk Emre, " Yunus, bu biçareleri yalancı çıkarmayalım ne dersin?" dedi. Ne diyecekti? Şimdiye kadar şeyhine eyvallahtan başka bir şey dememişti. 
Tapduk Emre'nin kızı eşsiz bir dünya güzeliydi. Sesi de öyle latif, öyle dokunaklıydı ki Kur'an okurken akan sular durur, yüzen balıklar karaya çıkar, uçan kuşlar yere iner, onu dinlerdi. Yunus, "Ben böyle bir güzelliğe el sürmeye layık değilim ki" diye şeyhinin kızına yan gözle bile bakamadı, o şöyle diyordu: 

Bugün Mevla gören Leyla'ya bakmaz,
Ulu a'la gören ednaya bakmaz,
Aya nazar eden yıldıza bakmaz,
Yürü Leyla ki ben Mevla'yı buldum..
Yunus, bunca yıl beklemiş, bunca yıl aşkını, derdini, hasretini, şevkini içinde pişirmiş, demlendirmiş, olgunlaştırmıştı. Yüzyıllardan beri, kimse onun gibi tertemiz, içinden geldiği gibi ve en güzel, en beyaz Türkçe ile terennüm etmedi, edemedi. 
Bugün yediden yetmişe, kime isterseniz sorun. Kimin söyleyişidir bu? Elbette Yunus'un derler size. Sonra bunu bırakıp başkasına başlayın: 
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyü deyü
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyü deyü
.......
Ne dilersen Hak'tan dile
Kılavuzla gir bu yola
Bülbül âşık olmuş güle
Öter Allah deyü deyü

Açıldı gökler kapısı
Rahmetle doludu hepisi
Sekiz cennetin kapısı
Açar Allah deyü deyü

Miskin Yunus var dostuna
Koma bugünü yarına
Yarın Hakk'ın divanına
Varam Allah deyü deyü