Aylar sonra yeniden merhaba.

Dünya yeni tip Corona virüsü ile mücadele ederken, ben yaklaşık 2 yıldır illet bir hastalığın pençesinden kurtulmak için şifa arıyorum. Büyük bir bölümü yatakta geçen zaman diliminde (mesleğin cilvesi olsa gerek) yine gözümüz kulağımız ülke ve dünya gündeminde.

Küresel aktörler, bir yandan dünyanın kalan enerji yataklarını parsellemek için yeni nesil yöntemlerle bir savaş yürütürken, diğer yandan gökyüzünü parselleme yarışını hızlandırdı. Ülke olarak biz de bu savaşın yansımalarından payımıza düşen olumsuzlukları yaşıyoruz.

Ülkeyi yöneten irade tercihini "defansta bekleyip kaderine razı olmak" yerine, atağa kalkıp barajı daha ileride kurmayı tercih etti. Akdeniz'de münhasır ekonomik bölge için, Suriye'de iç savaşın sulhla sonlanıp gelecekte bizler için daha yakıcı sonuçlar doğmaması için atak bir politika izleniyor.

Peki; ülkeyi yöneten irade bu tercihi yaparken, "yönetmeye aday" olanlar ne yapıyor?

Bu sorunun cevabı, ülkeyi yönetenlerin tercihi kadar önemli. Çünkü, iç-dış  sorunları doğru tespit eden ve etkili çözüm yöntemleri geliştirebilen bir "muhalefet"in varlığı, iktidarlar için de "her konuda en isabetli kararı almak" gibi bir disiplin sağlar. Bu yüzden; muhalefetin yapısı ve kalibresi ülkeyi yönetenler kadar önemlidir.

İşte bu yüzden aylar sonra klavye başına oturur oturmaz yazımın konusu CHP ve "dostları" oldu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, pandemi nedeniyle "kılçıksız" bir genel kurultay yapma hevesiyle çıkmıştı kürsüye. Her partinin beyannamesinde yer alan hedeflerin 13 maddede toplandığı "İkinci Yüzyıl" beyannamesini okudu. Tek aday olarak girdi ve her türlü ittifak görüşmesini yapma yetkisini almış bir Genel Başkan olarak çıktı kurultaydan.

"Tek başına iktidar olma" iddiasını yıllar öncesinden yitirmiş ancak son yerel seçimlerde elde edilen başarının mimarı bir genel başkan olarak partililere "Dostlarımızla birlikte güzel şeyler yapacağız" vaadini bırakarak ayrıldı kongre alanından.

İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer büyükşehir belediye başkanları, "lider iyi ama çevresi kötü" diyerek Kılıçdaroğlu'nun bıraktığı Parti Meclisi listesine derin bir çizik attı. SGK Genel Müdürlüğü'nün ardından sıradan bir milletvekiliyken, sahibi olduğu Kanaltürk televizyonunda yıldızını parlatan ve genel başkanlığı getiren popülariteyi borçlu olduğu için vazgeçemediği Tuncay Özkan'ın saf dışı edilmesi aynı zamanda Kılıçdaroğlu'na da bir "derin ayar" oldu.

Tuncay Özkan'ın bu saatten sonra geçmişte Baykal'a karşı başlattığı "Biz Kaç Kişiyiz" hareketi gibi bir hareket başlatması mümkün değil. Ama Canan Kaftancıoğlu, Ekrem İmamoğlu, Tunç Soyer ve Onursal Adıgüzel'den rövanşı bir şekilde almak isteyeceği açık.

Parti dışında "dost halkasını" genişleterek Millet İttifakı'nı büyütmek isteyen Kemal bey, parti içinde ise "düşman" sayısını hayli artırdı bu kongrede. "Erdoğan'ı Cumhurbaşkanlığı'ndan indirme" hedefinde CHP değerleriyle kavgalı oluşumlarla bile yakınlaşırken, partinin "6 okla gösterilen ilkelere dönmesi" gerektiğini savunanları kendisine uzak tutmayı tercih etti.

Ortada net bir tablo var. Kılıçdaroğlu ve "dostlarımız" dediklerini ortaklaştıracak tek siyasi hedefi: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı önümüzdeki seçimde saf dışı bırakmak. Bunu da "Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Dönüş" başlığıyla pazarlıyorlar seçmene. Ama ne Kılıçdaroğlu, ne de dostları bu sistemin nasıl bir şey olduğuna dair bir açılım getirmiyor. Kendilerini siyasi hedeflerine taşıyacak seçmene "Bu sistem kötü" derken, "İyisi böyle olacak" diyen tek bir kişi yok ortalıkta.

Anlaşılan Kılıçdaroğlu ve dostları, yapılacak ilk seçimde umutlarını yine "varlığını Recep Tayyip Erdoğan'ın paltosunun gölgesine borçlu olan"ların yaptığı ve yapacağı hatalara bağlamış durumda.

Sizce bu "son koz" el yapar mı?