Elbet bilimsel olarak açıklanabilir yaşamımızda karşılaştığımız ne varsa ama ben açıklanamayan duygusallıkları daha çok seviyorum. Nedenini bilmek değil de gönlümüze bıraktığı his daha önemli sanki. Yaşam dediğimiz o büyülü kavram ve içindekiler beni şaşırtmaya devam ediyor. Her seferinde şaşkınlığımla birlikte yaşadığım, anladığım ve hissettiğim her şey için teşekkür ediyorum.   

Fındık sokağa atılmış bir kedi. Arkadaşım önce gördükçe sokakta  besliyor sonra işyerine alıyor. Fındık kısırlaştırılmış dişi bir ev kedisi. Ya kaçtı ve evini bulamadı ya da sokağa atıldı. Bir gün bir de yavru kedi buluyor arkadaşım sokakta. Onu da getiriyor işyerine. Bakmaya, yaşatmaya çalışıyor. Minicik bir yavru. Fındık sahipleniyor; yavruda herhalde içgüdüsel olarak Fındığı emmeye başlıyor. Kısırlaştırılmış Fındık'ın memeleri süt doluyor bir süre sonra. Minik yavruyu  annesini emerken gördüm ve bir tane mi yavru var diye sordum. O an öğrendim öykülerini.

Bilimsel olarak açıklanabilir elbet kısırlaştırılmış bir kedinin yavru kedi emmeye başlayınca memelerinin neden süt dolduğu; açıkçası bu kısım ile çok ilgilenmiyorum. Bir canlının yarattığı duyguların başka bir canlıda başlattığı karşı duyguları hiçbir bilimsel yöntem açıklayamaz, zaten açıklamasına da gerek yoktur. Hatta mümkünse açıklamaya da çalışmasın. Açıklamaya çalışmak gerçekliğe dönüştürme çabasıdır. Bazen içimize dolanın his olarak kalması daha doyurucu ve güzeldir diye düşünüyorum.
Yaşam hepimize verilen bir armağan. Ve ben işte tam da bu anlarda bana verilen armağanı yeniden ve yeniden fark ediyorum. Yaşadığını hissetmek nefes almakla değil görmek ve anlamakla gerçekleşiyor. İnsan düşünerek de bulabiliyor sızlayan yerlerini. Minik bir yavrunun kısır bir annede yarattığı mucize sizin de içinizi sızlatmıyor mu?
İnsan; yaşadığımız dünyanın en büyük sorunu. Dünya üzerinden hangi canlıyı kaldırsanız dengeyi bozarsınız. Yılanları kaldırırsanız her yeri fareler köstebekler basar; kartalları, şahinleri yok ederseniz her yer yılan olur. Sadece insan kalkarsa bu dünya üzerinden denge bozulmaz, aksine daha da dengeli bir yere dönüşür. Sorun bizlerde. Karnı tokken yemek yiyebilen tek canlı olan biz insanlarda. Maalesef bu günlerde insanlar değil hayvanlar hatırlatıyor ''insan''  olduğumuzu bizlere.
Hep karşı oldum anneler, babalar gününe. Evladını kaybetmiş annelerin acısını tazelemeyin dedim. Anne olamamış ve bu yüzden bir parçasını canlı canlı gömmüş kadınların acısını artırmayın.  Ve annesini hiç tanımamış, hep eksik hisseden çocukları düşünün dedim.  Hep aynı yanıtları aldım çevremden; ''ne olacak ki hediyenin büyüğü küçüğü olmaz'' sorun hediye almaktan kaçmakmış gibi. Sonunda hepimiz vahşi tüketim ekonomisinin kurbanı olduk. İçimizin erozyonu oldu bize dayatılan bu çılgınlık.
Aklınıza gelmeyecek bir olaydan yola çıkarak bambaşka yerlere ulaşabilirsiniz. Bilimsel olarak getirilen açıklamaların derinliği yoktur ve basit kurallar yaratırlar. Su yüz derecede kaynar gibi. Ama o kaynamayla buharlaşan suyun nereye gittiğini, ne kadar yükseldiğini, yolculuğunu düşünmek hayal gücünün işidir. Bilim açıklar ruh hayal  eder. 
Kısırlaştırılmış dişi kedinin memelerinin süt dolmasını hormonlar veya yavru kediye verilen tepki ile açıklamak mümkündür ve elbette doğrudur. O annenin neler hissettiğini düşünmek ise ruhun işidir. Ruhunuz ki sizin canınızı en çok yakan parçanızdır. İnsan olduğunuz yerinizdir. Savunmasız. Bir başına. Bilim gerçekliktir; ruh güzellik. Yüzümüzün görüntüsü de ruhumuzdan başlar. 

Elbette ruhunu yüzünün arkasına saklayan kötüler de vardır ve yüzünü ruhunun arkasına saklayan güzellikler de. İyiyi de kötüyü de görürsünüz aslında. Kimse sonsuza kadar saklanamaz. Saniyenin onda birinde güzel bir yüzün arkasındaki çirkin ruh kendini gösteriverir. Yine saniyenin onda birinde güzel bir yüzün içinden güzel bir ruh gözükür. Fotoğraf çekenin fark ettiği anlardır o anlar.

Bir yazının konusu da ''Fotoğraf'' olsun. Fotoğraftan ruhumuz sızar dünyaya.