ABD Başkanı Trump ile Rusya Başkanı Putin'in Helsinki buluşması dünyada heyecana yolaçtı. Özellikle iki ülke arasında son dönemde gerilen iplerin yerini sükunete bırakacak olması, ticaret savaşlarını da getiren gerilimde tansiyonun düşeceği beklentisini doğurdu. Şüphesiz, iki süper gücün lideri arasında geçen görüşmede vardıkları "sözlü" mutabakat, bizi de çok yakından ilgilendiriyor. Sadece Suriye'nin geleceği açısından değil, Türkiye'ye biçilen rol de, verilmek istenen şekil de çok önemli... Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından başlayan "Yeni Dünya Düzeni"ne, yeni bir güncelleme için buluştu Trump ve Putin. Hangi konularda uzlaştıklarını ancak yaşayarak göreceğiz. İki süper gücün aldığı kararlarla, bizim kaderimiz de kesişiyor.

Önce yakın tarihten bazı hatırlatmalar yapalım.

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından oluşan iki kutuplu dünya, birçok ülkenin kaderini değiştirdi. ABD ve SSCB (Şimdiki Rusya), bir anlamda savaşta harap olmuş Avrupa'yı "arka bahçe" olarak paylaştı. Avrupa, Hitler faşizminden kurtulmuş olmanın sevinciyle kutladı bu paylaşımı. 
"Bana dört yıl verin; Almanya'yı tanıyamayacaksınız" diyerek iktidara gelen, değişik çalımlarla Meclis'i devre dışı bırakıp, korku rejiminin tuğlalarını ören, bugün herkesin "Naziler yaptı" fikrinde birleştiği Alman Meclis binası Reichstag'ın yakılmasının ardından kanlı bir diktatörlük inşaa eden Hitler'den kurtulmak çok önemli bir şeydi çünkü. Hitler'le savaşan komünist Rusya, Almanya'nın yarısını eline geçirmiş Berlin Duvarı'nı örmüştü. İngiltere başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini de Amerika Birleşik Devletleri kurtarmıştı. O "kurtuluş"a dair birçok Hollywood filmi yapıldı ve "kurtarıcı Amerikalılar", Demir Perde dışında baş tacı edildi.

* * * 

ABD ile SSCB, paylaştıkları Avrupa'da "soğuk savaş"la güreş tutuyor, ABD Kore, Vietnam ve Küba'da askeri harekâtla komünizmin önünü kesmeye çalışsa da bunu başaramıyor, Kore'nin ikiye bölünmesini de engelleyemiyordu. Trump'un Kuzey Kore'ye son dönemde efelenmesi de, o dönemden kalan bir intikam duygusundan öte birşey değil aslında.

İkinci dünya savaşının ardından "hedef" ülkelere karşı "yeni nesil savaş" taktikleri izlemeye başladı ABD ve müttefikleri. NATO çatısı altında her ne kadar "Komünizme karşı demokrasiyi korumak" gibi bir misyondan söz edilse de, "endirek sömürgecilik" döneminin silahlı gücüydü. Gizli görevleri arasında "Üye ülkeleri ve az gelişmiş ülkeleri hizada tutma, hizaya getirme" gibi bir görevi de üstlenmişti. Bu görevi üstlenen yapılanma "derin NATO" adıyla yer alıyor hafızalarımızda. Türkiye de dahil bazı ülkelerde terör örgütleri kuruyor, komünizmle mücadeleyi bu örgütlerin çatışmaları üzerinden yürütüyor, siyasi yapılanmaları da bu sayede kontrol ediyordu ABD. 

CIA, NATO üyesi ülkelerde ofisler açıyor, bu ofisler aracılığıyla sağ-sol örgütlere çengel atılıyor, buralar "yeni nesil savaş"ın karargâhı görevini yürütüyordu. Türkiye'de de benzer yöntem izlendi. Para kaynağı bir türlü izah edilemeyen "küçük ama etkili" gruplar oluşuyordu. Bugün, "deve mi, kuş mu" olduğu tanımlanamayan sol jargonlu yapılanmalardan tutun da, Fetullah Gülen'in de içinden geldiği Komünizmle Mücadele Dernekleri'ne kadar birçok "karargâh" oluşturdular içimizde. 

* * * 

Halbuki, 2. Dünya Savaşı'nın ardından başlayan "hibrit savaş" herşeyden önce Birleşmiş Milletler kararına aykırıydı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 24 Ekim 1970 tarihinde aldığı 2625 sayılı kararında aynen şöyle diyordu:
"Hiçbir devlet, bir başka devletin rejimini şiddet kullanarak devirmeye yönelik yıkıcı, terörist ya da silahlı etkinlikleri örgütlemeyecek, kışkırtmayacak, teşvik etmeyecek ya da bunlara yardımda bulunmayacak, mali destek sağlamayacak, hoşgörü göstermeyecek veya bir başka Devletin içerisindeki sivil mücadeleye müdahale etmeyecektir."

Fakat bu karar geçmişte de uygulanmadı, şimdi de uygulanmıyor. Eğer uygulansaydı, Irak, Libya ve Suriye'de yaşananlar yaşanmazdı. Yugoslavya'da test ettikleri ve sonuca ulaştırdıkları "Yeni Dünya Düzeni kurma yöntemi"ni Ortadoğu'da uygulayamazlardı.
BM'nin bu kararına ne Rusya sahip çıktı, ne ABD, ne de diğer üç Güvenlik Konseyi üyesi... Çünkü, zaten diğer ülkelerde "rejimi veya siyasi iktidarı değiştirme" gibi dış operasyonları çeken emperyalist ülkeler yer alıyordu BM Güvenlik Konseyi'nde. 

* * *

Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından "düşmansız kalan NATO"yu ayakta tutmak isteyen "küresel çete", 11 Eylül 2001'de kurguladığı "büyük yıkım"la gerekli psikolojik zemini hazırladı ve dünya farklı bir yöne evrildi. NATO'nun yeni düşmanı "İslâmcı" görünen terör örgütleriydi ve bataklığı kurutmak gerekiyordu. Afganistan'dan başlayıp Irak, Libya ve ardından Suriye'ye uzanan "yıkım" ve "işgaller"in hepsi 11 Eylül 2001 "yıkımı"nın sonucuydu. 

2. Dünya Savaşı'nın ardından SSCB ile bilek güreşi yaptığı alanlar netleşince ABD, BAAS rejiminin yayılmasını önlemek ve yıkmak için Ortadoğu'da da "derin" organizasyonlara girdi. İngiltere'nin 300 yıl önceden temellerini atıp, güdümünde tuttuğu "çakma şeyhlerin dergahları"nı anahtar teslimi devraldı ABD. İngiliz vatandaşı şeyhler, ABD korumasındaki "mehdi adayları" vs. o zamanlarda kök salmaya başladı bu topraklarda.

Trump'la Putin'in "uzlaştığı" konuların başında "İslâmcı terörle mücadele" gelmediğini söyleyebilir misiniz? O zaman Türkiye'nin "gerçek Müslümanlar" ile "kukla şeyhlerin cemaatleri"ni ayıklamak ve İslâm dünyasına "aydınlık" bir perspektif sunmak zorundadır. İşimiz zor anlayacağınız.